Close
Suriye

Suriye

ZENOBİA’NIN SÜT HAVUZU

Mendil büyüklüğünde bir bulut, gökyüzünün pürüzsüz lâciverdinde kayarak gelmiş, bütün şehvetiyle yanan dolunayın önünde durmuştu. Gecenin geç saatleriydi. Gün boyu esen rüzgâr, çöl kumlarıyla birlikte havayı puslu bir turuncuya bulamış,  Palmyra’dan arta kalan ne varsa hepsini ince bir tülle örtmüştü. Güneş batarken kum fırtınası da hafifleyen rüzgârın peşi sıra çekilip gitmiş, ay yükselmişti.

Dolunayın ışığında artık her şey daha berraktı. Gümrük binası, hamamı, ilahlara adanmış tapınaklar ve tiyatronun kalıntıları, evleri, çarşılarıyla Suriye’nin bu tenha çölüne yayılmış muhteşem kent çok daha net görünüyordu. Gün ışığında olduğundan daha net. Ana caddenin bir ucundan diğerine uzayıp giden sütunlar daha gerçekmiş, hatta terkedilmiş bir kentin yıkıntılarından çok, yaşayan bir şehre aitmiş gibi geldi bana.

Sütunlu caddenin girişine yaklaşırken arkamda kalan asfalt yoldan iki motosikletli geçti. Az ötedeki yeni yerleşime doğru uzaklaştılar. Palmyra’nın anıtsal kapısından bir vakitler âlâyı vâlâ ile girip çıkan kervanlar, yerini motosikletle taşıdıkları suyu çölde yanmış turistlere satan seyyarlar ile turist gezdiren Bedevi devecilere bırakalı hayli zaman olmuştu. Palmyra Suriye’nin en değerli ören yerlerinden biriydi, ancak sadece bu kadar değil, tüm Arap âleminin gözbebeği Kraliçe Zenobia’nın efsanevi kentiydi.

Bu şehri en çok geceleri gezmeyi severim. El ayak çekildikten, turist kalabalıkları yerini ıssızlığa bıraktıktan sonra giderim. Sarı çöl taşlarındaki nakışlar ancak o zaman kendine gelir, Palmyra’nın anıtsal kapısı ancak o zaman her geleni sıradan bir ziyaretçi gibi değil de, gelenin meşrebine göre kabul etmeye başlar. O saatten sonra, yıkık dökük de olsa ziyaretçilerin hayran bakışlarını çeken muhteşem kapı değildir artık, gündüz görünmeyenlere açılan bir geçittir orası.

Palymira Şehri Sütunlu Ana Cadde

Palymira Şehri Sütunlu Ana Cadde

O gece de öyle oldu. Yani yüksek kapının kemerinden geçer geçmez mendil büyüklüğünde bir bulut gökyüzünün lâciverdinde kayarak gelip bütün şehvetiyle yanan dolunayın önünde durdu. Böyle zamanlarda bilirsiniz, ayı örten bulutun kenarları, çocukluğumuzdaki mendillerin tığ işi dantelli kenarları gibi ışıltılı oyalarla bezenir. Seyrine doyum olmaz, elini uzatıp ayın önünden alıvermek, sonra lavanta kokularını içine çekerek koynuna saklayıvermek ister insan.

Parfüm ve baharat, bu şehrin ihtişamını yaratan, zenginliğini doğuran en önemli iki ürün olduğuna göre, durgun gecelerde dolunayı örten bulutun lavanta kokuları saçması da bu satırların okuru tarafından yadırganmaz herhalde.

Aslına bakılırsa, Bereketli Hilâl’den uzak konumuyla hiçbir zaman doğal ticaret yollarının üstünde olmamış Palmyra. Yine de İpek Yolu’nda taşınan değerli ürünlerden alınan vergiler sayesinde kalkınmış. Çin’den ve Hindistan’dan gelen kervanların geçtiği İpek Yolu  MÖ.1.yy’da Seleikoslar’ın kontrolüne girince Palmyralılar batıdaki limanlara yakın konumuyla önemli bir merkez olan Homs yolunda güvenlik sağlamayı başarmışlar.

Palmyra Şehri Ana Kapı

Palmyra Şehri Ana Kapı

O dönemde Asya’nın içlerinden gelen ürünler, Roma İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı yurttaşlarının temel ihtiyaçlarını giderdiği için önem taşımaktadır. Özellikle üst sınıfların çılgınca düşkün olduğu baharatın ve parfümün, hem güvenli hem de ucuz yoldan elde edilmesi, devletin bekası için zaruridir. Bu uğurda savaşlar açılır, toprak işgal edilir, sömürge yönetimleri kurulur. Palmyra da Romalılar’ın bir türlü akıl sır erdiremedikleri çölün derinliklerinden gelen kervanların taşıdığı baharatı ve parfümü denize kadar ulaştırabildiği sürece korunur ve imar edilir.

O günlerde baharat ve ipek yollarının denetimi, günümüzdeki petrol ve enerji yollarının denetiminden pek de farklı değildi anlaşılan. Petrolün yaşamsal önem taşıdığı “çağdaş medeniyet” gibi o vakitler de baharat ve parfümle birlikte nadide dokumalar, ipek kumaşlar, kıymetli taşlar üstünden bir zenginlik ve yaşam biçimi yaratılmıştı.

Palmyra, doğusunda kalan uçsuz bucaksız çölde yaşayan Bedevi kabileleri denetleyerek yol güvenliğini sağlayabildiği sürece Asya içlerinden gelen paha biçilmez malların toplandığı zengin bir pazar olmayı başarır. Bu konumu sürdürebilmek için, kenti yönetenler hem Kuzey komşuları Romalılarla hem doğu komşuları Perslerle dengeli bir dış politika izlemeye, iki süper güç arasında ezilmeden varlıklarını sürdürmeye çalışırlar.

Yöneticiler başarılı olduğu sürece Palmyra ticaretin ve tüccarların cenneti olarak giderek büyüdüğünü biliyoruz. Kentin hamisi sayılan zengin kişi Male Agrippa, o kadar çok kazanmış ki neredeyse bütün kenti yeni baştan yaptırmış.

Yıl 129, Male Agrippa, bir büyük tüccar, güneyin varlıklı kentinin hamisi ve saygın kişisi olarak ağırlığını koyup Roma İmparatoru Hadrian’ın şehri ziyaret etmesini sağlamış. Bu durum onun itibarını katmerlediği gibi, kentin Roma İmparatorluğu gözündeki önemini de artırmış. Hadrian’ın ziyareti o kadar önemli, o kadar övünülecek bir olay haline gelmiş ki kentin adı o günden sonra Palmyra Hadriana olarak değiştirilmiş. Koskoca İmparator da boş duracak değil ya, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diye, imara, abada  katkıda bulunmak için kesenin ağzını açmış, dahasını da yapmış, tarihin ilk açık bölgesi, gümrüksüz alanı Palmyra kentinde kurulmuş. Romalı tüccarlara özel haklar tanınarak Palmyra, Civitas Libera yani Serbest Kent ilan edilmiş.

O vakitler burada yaşayan Araplar “antik çağın komisyoncuları” diye anılır. Çin’den ve Hindistan’dan gelerek Palmyra’dan geçen ve deniz yoluyla Anadolu üstünden Avrupa’ya giden mallar, zengin bir pazar olan Palmyra’yı bugün kalıntılarını bile hayranlıkla izlediğimiz kent haline getirmiş.

Ayakbastı parasından başlayarak kervan mallarının türüne göre alınan komisyon oranlarına, çeşitli finans yasalarına ve borçlar hukukuna kadar Palmyra çağın en organize ticaret merkezi olmuş. 137 yılında bütün yasalar, her kervan sahibinin, her tüccarın görebileceği büyük bir kayanın üstüne yazılarak gümrük meydanına dikilmiş.

O dönemin kayıtlarından anlaşıldığına göre en fazla komisyon, en değerli mal olan parfümden alınırmış. Kurutulmuş okyanus balıkları ve zeytinyağı ise parfümden sonra gelirmiş. Tüccarların ve kervan sahiplerinin en önemli ihtiyacı olan su, vahada kurulmuş şehrin verdiği hizmetler arasında en pahalı olanıymış. Her tüccar, ödediği para oranında sudan istifade eder, 800 dinar ödeyecek gücü olanlar ise istediği kadar su kullanabilirmiş. Ticaretin bu kadar hareketli olduğu yerde fahişelik de kayıt altına alınan ve vergilendirilen bir iş haline gelmiş. Velhâsıl Palmyra komisyoncuları her hizmetten pay almayı ihmal etmemişler.

Palmyra’da çok geçmeden ilk Roma Garnizonu kurulur ve arkasından 212 yılında şehir Roma Kolonisi ilân edilir. Ancak bundan sonradır ki, bir vakitler yaşanan debdebe, şaşaa ve refah, yerini çöküşe ve belirsizliğe bırakır. Yol güvenliğini sağlayan Bedevi kabilelerle ilişkiler bozulunca kervanların güvenliği tehlikeye girer, yollar kuş uçmaz kervan geçmez hale gelir.

İşte o sırada Palmyra’da bağımsızlık talepleri yükselmeye başlar. Ticaret yolları bu kez de doğudaki Sasanilerin eline geçtiği için kervanların ayağı kesilmiştir, halk hızla yoksullaşmaktadır. BU koşular altında Zenobia, tarihin efsanevi kraliçelerden biri olarak ortaya çıkar.

Zenobia Arap tarihinin sadece efsanelerle dolu kahramanlarından biri değil, aynı zamanda Suriye’nin en tartışmalı ve sırlarla örtülü döneminin kraliçesidir. Kocası Odyenthus’un ölümüyle başlayan muamma günümüze dek gelir.

269 yılında tahta geçen Zenobia Roma’ya karşı bağımsızlık yanlısı isyankâr tutumunu hemen gösterir. Mısır’a ve Anadolu’ya seferler düzenler. 270’te Antakya’yı topraklarına katar ve Roma İmparatorunu görüşmeye çağırarak doğudaki hükümranlığının tanınmasını, Palmyra’nın bağımsızlığının kabul edilmesini ister.

Bu isteğe karşı İmparator Aurelian’ın tepkisi sert olur. Palmyra seferi başlar. Şehir kuşatma altındayken Zenobia, Sasaniler’den yardım almak için bir grup adamıyla birlikte doğuya doğru kaçmaya çalışır, ancak kolu kanadı kırılıp da Fırat’tan öteye geçemeyince yakalanır. Haber Palmyra’ya ulaşır ulaşmaz şehir teslim olur.

Zenobia Roma’ya götürülür. Muzaffer ordunun zafer alayında filler ve gladyatörlerin yaptığı geçit sırasında, zincire vurulmuş esir Kraliçe de halka teşhir edilir. Bir rivayet böyle anlatır, bir diğeri ise Kraliçe’nin başına gelecekleri bildiği için tam zincire vurulurken yüzüğündeki zehri içerek öldüğünü söyler.

Gel gör ki bunlar herkesin bildiği hikâyelerdir. Ancak hiç kimsenin bilmediği bir gerçek vardır ki, onu da ben size anlatayım. İsyankâr kraliçe ne hayatı ne de Palmyra’yı terk etmiştir. Hâlâ orada yaşamaktadır. Şöyle ki:

Kraliçe yüzüğündeki zehiri tam dudaklarına götürmek üzereyken Palmyra’nın ilâhı ve Arapların en eski Tanrıçası Allat ortaya çıkmış, yüzüğün elmas taşına dokunuvermiş. Bunu kimse bilmez. Elmas bile olsa bir tanrıçanın dokunuşu karşısında dağılmadan kalabilecek taş var mıdır? El cevap: Hayır. Elmas bu dokunuşla birlikte kraliçenin gözlerini alan ışıltılar saçarak erimiş ve gizli haznedeki yeşil zehre karışmış. Dişi aslan kılığındaki Allat’ın Zenobia ölecek endişesiyle gözünden akan bir damla yaş da bu karışıma düşünce, ölümcül zehir, ölümsüzlük iksirine dönüşüvermiş.

Zenobia hiçbir şeyin farkına varmadan, zehir sandığı sıvıyı yudumlar yudumlamaz oracıkta görünenler âleminden çıkıp, kırklara karışmış. Böyle olmuş. Ondan sonradır ki, herkesin öldüğünü sandığı Kraliçe’nin saltanatı iki âlemde birden devam etmeye başlamış. Yaz gecelerinde, şehrin hamamındaki özel havuzunda hâlâ deve sütüyle banyo yaptığını görenler var.

Benim bütün bunları nereden bildiğimi merak ettiğinizi hissediyorum. Hayır, sandığınız gibi Bedevi deveciler anlatmadı. Onlar develerle gezdirdikleri turistlere güzel ama yalan hikâyeler anlatır, gönüllerini çelecek Bedevi şarkıları okurlar. Ben size doğru söylüyorum.

Palmyra’nın kalıntılarına büyük kemerli kapıdan girdiğim gecelerin birinde, dolunayın değil de zifiri karanlığın saltanat sürdüğü gecelerin birinde, antik tiyatronun en alt basamaklarında bir başıma oturmuş sütunların nasıl olup da bu karanlıkta sahneye gölgeler düşürdüğünü anlamaya çalışıyor, hareket eden gölgeleri hayretle seyrediyordum. Anîden tuhaf giysili biri belirdi. Boynuna bir fular gibi sardığı kumaşın uçlarını sırtından topuklarına bırakmıştı. Bir elinde atmaca mumyası tutuyor, diğer eli boynundaki kumaşa işlenmiş harfe benzer şekillerin üstünde dolaşıyordu.

İşte o kişi, devesiyle birlikte yıkıntılar arasında kaldığı gecelerin birinde başından geçenleri anlattı. Sahnedeki gölgeleri seyrederken onu sessizce dinledim. Hikâyesi kısa sürdü. Tuhaf giysili adam, gecelerden bir gece, çöl kumları iyice soğuduğu için devesinin yumuşak karnına sokulmuş rüyalar âleminde gezinirken, anîden zincir şakırtılarıyla uyandığını söyledi. Kafasını kaldırınca, üç katar dişi devenin az ötedeki Tanrıça Allat Tapınağı’ndan çıktığını, salınarak gelip sütlerini mermer bir tekneye boşalttıktan sonra, esirlere takılan ağır zincirleri peşlerinden sürükleyerek Bel tapınağına doğru sütunlu caddeden geçip gittiklerini söyledi. Bunları söylerken Allat’ın elmaslı yüzükteki zehri nasıl ölümsüzlük iksiri haline getirdiğini de anlattı. Ben inandım. Onun yalancısıyım, sizi bilmem.

Benim hikâyeme gelince, mendil gibi bir bulutun dolunayı örttüğü o gece, üç katar değil ama üç deve geçti uzaktan. Sütunlu yolda ağır aksak ilerleyip hamama doğru giderken, âlemden dönen Bedevilerin develeridir diye aldırmadım. Gece yarısından sonra bir hayli serinlemiş havada hızlı adımlarla Palmyra’dan çıkarken hamam yıkıntılarının içindeki havuzda süt beyaz bir birikinti gördüğüme inanmanız için ne gerekiyorsa yaparım. Suların şıpırtısına benzer seslerin yanında kederli bir müziğin nameleri de işitiliyordu.

“Beyin, gördükleri ile hatırladıkları arasında ayrım yapmaz, hatırladıklarımızı görmüş gibi oluruz aslında,” demişti yollarda rastladığım seyyahlardan biri. “Her iki uyarı da aynı merkezleri harekete geçirir ve aynı etkiyi yaratır. Hayal ile gerçeğin farkı, sadece bildiklerimiz ile bilmediklerimiz arasındaki fark kadardır. Gördüklerimiz ile hayalimizde canlananlar arasındaki fark ise öğretilmiş olanlar ile kendi yarattıklarımızın arasındaki fark kadar…”

Palmyra ya gittiğinizde, bir gece vakti el ayak çekildikten sonra antik kente kemerli cümle kapısından girerseniz, belki siz de görünenler ile hayal edilenler arasındaki muhteşem geçide çıkarsınız.

 

Özcan Yurdalan

Gazella Turizm

Gazella Turizm Fotoğraf Turları

Close