Close
Ticaretin ve Esnaflığın Okulu Kayseri Çarşıları

Ticaretin ve Esnaflığın Okulu Kayseri Çarşıları

Şehrin meydanı, Kent Müzesi’ndeki devasa maketi aratmayacak kadar düzenli, temiz pak, hatta steril görünüyordu. Kayserililer, Anadolu’nun diğer kentlerinde görmeye alışık olmadığım kadar büyük ve ilk bakışta şaşırtıcı etki bırakan bu meydandan alışkın adımlarla gelip geçiyor, yürüyen merdivenlerle alt geçitlere inip çıkıyordu.

Kayseri Cumhuriyet Meydanı, inceden tasarlanmış bir kent merkezi olmakla kalmıyor, imarı bitmiş, ayrıntıları tamamlanmış hâliyle ortaya çıkarılmış tarihi yapıları ve geniş boşluklardaki oturma mekânlarıyla bir gelişkin kentin işaretlerini taşıyordu.

Çevredeki yapıların meydanla ilişkisi doğru şekillenmişti. Modern çizgili ve çağdaş görünümlü olanların yanında klasik dönem yapıları da geniş meydanı çepeçevre kuşatmıştı. Saat kulesi, kümbet ve cami gibi eski yapıların çevresi gerektiği biçimde düzenlenmişti. Meydana açılan büyük bulvarlardan şehrin içlerine doğru raylı sistem araçları ve CNG ile çalışan belediye otobüsleri yolcu taşıyordu.

Taş üstüne ince işçilikle nakışlanmış Sahabiye Medresesi’nin ihtişamlı kapısının önündeki yürüyen merdivenler, Yeraltı Çarşısı’na iniyordu. Meydanın altını neredeyse tümüyle kaplayan büyük bir çarşı vardı Sadece bu çarşı bile Anadolu’nun pek çok kentindeki tüm çarşılardan daha büyüktü.

Aydınlık vitrinli geniş dükkânlarda her türden mal satılıyor, elektronik alet, oyuncak ve hediyelik eşya mağazalarının yanında giyim eşyaları satan dükkânlar da bulunuyordu. Kapalıçarşı’ya doğru gidenler, Yeraltı Çarşısı’nın sağa sola açılan sokaklarında fazla oyalanmadan ve parlak yer döşemesinde yansıyan vitrin ışıklarına aldanmadan hızlı adımlarla karşıya geçiyorlardı.

Kayseri’de eskiden ticaretin nabzını tutan Kapalıçarşı, ilerleyen zamana, değişen yaşam şartlarına uygun olarak yeraltında ve yerüstünde kurulmuş onca çarşının arasında kaybolmuştu, diyemeyeceğim ama hayli mütevazı bir konuma çekilmişti. Gerçi kemerli girişleri ve insanı içeri davet eden derin dehlizlere benzeyen sokaklarıyla hâlâ bir cazibe merkezi olmaktan geri kalmıyordu ve hâlâ büyük çarşının içindeki en önemli mekân olarak varlığını koruyordu.

Kapalıçarşı’ya açılan yeni Yeraltı Çarşısı

O sabah erken saatlerde harekete geçtiğim hâlde öğlene doğru Kapalıçarşı’ya girebilmeyi hâlâ başaramamıştım. Sağa sola bakınıp şehrin içindeki geleneksel çarşının ağırlığını kestirmeye çalışarak, ayaklarımın beni götürdüğü yere gidiyordum. Kurşunlu Camisi’nin yanından geçip büyük parka girdim.

Kılıçarslan’ın kızı Gevher Nesibe adına 1206 yılında kurulmuş hastane gayet sade yapısıyla o ferah parkın ortasında bulunuyordu. Dıştan bakılınca son derece güven verici ve neredeyse bugün bile dertlere derman olacak kadar inandırıcı görünüyordu. Bir süre önce Tıp Müzesi olarak düzenlenmişti. Parkın öteki ucunda bulunan Hilton Otel’in iddialı mimarisine nispet, bütün sadeliğiyle yüzyıllardır ayakta duruyordu.

Cumhuriyet Meydanı’nın çevresindeki bu iki yapının birbirine zıt görüntüsü geniş alanın tümünde farklı örneklerle tekrarlanıyordu. Valilik binası, modern çizgilerin hâkim olduğu köşeli görünümü ve taş yapı elemanlarıyla geçmiş dönem mimarisinden hayli ilham almış gibiydi. Karşısındaki Sahabiye Medresesi ile öte tarafındaki Hunad Hatun Medresesi’nin arasında duruyordu.

Geniş meydanı diklemesine keser gibi yükselen İç Kale’nin duvarları, nerdeyse Kapalıçarşı’yla birleşecekti. Meydanın bir yakasında 1576 yılında Mimar Sinan tarafından yapılan Kurşunlu Camisi, öte yakasında tarihi dokuyla uyumlu duran 1977 yılında yapılmış Bürüngüz Camisi vardı.

Hunad Hatun Medresesi’nin içi Kitapçılar Çarşısı olmuştu. Daha çok okul kitapları ve üniversiteye hazırlık yayınları satılıyordu. Medrese’nin taş avlusundan çıkarken yolumu kesen yürüyen merdivenlerden Yeraltı Çarşısı’na indim. Kestirmeden meydanın karşısına geçmeye çalışırken çarşı içinde yolumu kaybedince hayli oyalandım ve vitrinlerin parlak ışıklarından gözlerim kamaşmış halde İç Kale’nin yanındaki küçük meydana neden sonra ancak çıkabildim.

Düzgün sokaklı Kapalıçarşı

Karşımdaki tarihi yapı, fazla yüksek olmayan tonozlu çatısıyla geniş bir alanı kaplıyordu. Girişlere çerçevesiz kalın cam kapılar konulmuştu. Kapıların bir kısmı elle açılırken bazıları her yaklaşana açılacak şekilde otomatik çalışıyordu.

Kadınlar Çarşısı’na bakan kapılara yaklaşırken ortalığı pastırma rayihası sardı. Şehrin namlı sucuk ve pastırma imalathanelerinin ürünleri, bu çarşılarda satılıyordu. Kayseri’de pastırmanın bu kadar yaygın üretilen bir ürün olması, şehirde bir zamanlar dericiliğin oldukça ilerlemesine bağlanıyor. Kayseri’nin meşhur sahtiyan derileri üretilirken kullanılan doğal maddeler, şehrin kırsalında yetişen bitkilerden elde edilirmiş. Oldukça nadir bulunan bu bitki o kadar kıymetliymiş ki “altın ağacı” diye anılırmış. Sultanlara, vezirlere, paşalara, beylere gönderilen Kayseri sahtiyanından yapılan ayakkabılar imparatorluğun her yanında haklı bir şöhrete sahipmiş. Deri elde etmek için beslenen hayvanların etleri ise kısa süre içinde ve tamamen tüketilemeyeceği için pastırma şeklinde işlenerek hem lezzetli hem de saklanabilir bir yiyecek yapılırmış.

Bugün Kayseri ticaretinde önemli bir üretim kalemi olan sucuk ve pastırma sektörü, Kadınlar Çarşısı’nda iştah açıcı kokular saçarak varlığını belli ediyor. Aralarından geçerek kapılardan birine yöneldim. Hemen yanımdaki İç Kale duvarına bitişik duran büyük boy levhaların üstüne, Evliya Çelebi’nin çarşının temizliğini öven satırları yazılmıştı. Çarşı her dönem bu kadar temiz ve bakımlı değildi kuşkusuz ama Evliya Çelebi’nin tanık olduğu zamanlarda da demek ki bugünkü kadar iç açıcıydı durum.

Kapalıçarşı’nın cam kapısını iterek girdiğim sokakta bütün Kapalıçarşıların birbirine benzeyen görünümü hâkimdi. Tonozlu tavan, dar sokaklar, küçük, vitrinsiz dükkânlar vardı. Mostralık mallarını dükkânın dışına taşırarak yerleştirmiş esnaf sohbet ederek müşteri bekliyor, genç tezgâhtarlar yoldan geçenlerin dikkatini çekebilmek için seslerini yükselterek mallarını övüyordu.

Birkaç gün boyunca hemen her sokağına defalarca girip çıkacağım, her türlü insanıyla karşılaşacağım çarşının içinde bir tek esnaf bile gelip geçeni rahatsız edecek biçimde müşteri avlamaya çalışmıyordu. Alışveriş sırasında müşteriye karşı davranışları ise pek sık rastlanmayan biçimde sabır ve nezaket çerçevesindeydi. Ben Doğu’nun çarşılarını, sadece bizim memlekettekileri değil, uzak ve yakın komşularımızın çarşılarını da az çok bilen biri olarak esnafın bu incelikli davranışına her yerde rastlamadığımı söylemeliyim. Temkini elden bırakmadan yapmaya çalıştığım bu genellemenin şehirdeki bütün çarşılar için geçerli olmayacağını biliyorum ama Kayseri Kapalıçarşısı’nın geleneksel esnaf kültürüne hâlen sahip olduğunu rahatça söyleyebilirim. Bu işin aslı nedir, sırrı nerededir tam olarak bilemeyeceğim ancak tanıştığım kent yöneticilerinden esnaf örgütü temsilcilerine, genç çıraklardan yaşlı esnaflara kadar herkesin kıvançla söz ettiği bir gelenek vardı ki çarşının ve çarşı esnafının sırrı anlaşılan orada saklıydı…

Aslında bu eski çarşıların çoğu insana yolunu şaşırtır. Bir ucundan girip öteki ucundan çıkmak için niyetlenip yola koyulsanız bile olmadık şeyler aklınızı çeler, sokaklardan birine dalıp ötekine geçerek çıkışı unutur, ondan sonra da yönünüzü bir türlü doğrultamazsınız. İster büyük olsun ister küçük, karmaşık sokaklarla birer labirent havasında kurulmuş geleneksel çarşılar, daima içine düşeni kendi bildiği gibi gezdirip alışveriş ettirdikten sonra kapılarının birinden dışarı salar. Kayseri kapalıçarşısı öyle değil ama. Gayet düzenli bir ızgara plan üstüne kurulmuş. Bir köşesine yerleşmiş Bedesten’iyle, onun yanı başındaki Vezir Hanı’yla birlikte nizam intizam içinde bir çarşı görünümünde. Hele eski zamanlarda her sokağın belli iş kollarına ayrılmış olduğu düşünülürse burası bir alışveriş cenneti de sayılabilir. Çarşıya her giren müşterinin aradığını kolayca buluvermesi, fiyat ve kalite karşılaştırması yapabilmesi için gayet elverişli bir ortama sahip olduğu gün gibi ortada.

Kayseri hakkında çalışmaları bulunan tarihçi Mehmet Çayırdağ, şehrin önemli bir sanayi ve ticaret merkezi olmasının kaynağında bu çarşının bulunduğunu belirterek şunları söylüyor: “Selçuklular zamanında eski bedestenle birlikte şehir surları dışında bulunan çarşılar, Fatih döneminde Kayseri’nin Osmanlılara geçmesi ile birlikte şehir içinde şimdiki yerlerine yerleşmeye başlamış ve zamanla geniş bir alana yayılmış. Kapalıçarşı’nın önceleri üstü açıkken daha sonra kapalı hâle gelmiş. Kapalıçarşı ile birlikte çevresindeki han ve bedestenlerin tamamı vakıf olarak inşa edilmiş ve daha sonra çoğu dükkân özel mülkiyete geçmiş.”

Tarihçi Mehmet Çayırdağ, Kapalıçarşı’nın artık Kayseri’deki tek ve ana ticaret merkezi olmadığını söylerken şehir nüfusunun geçmişle karşılaştırılamayacak kadar arttığını, iş kollarının çeşitlendiğini ve kapasitenin Kapalıçarşı’ya sığamayacak kadar büyüdüğünü belirtiyor. Kapalıçarşı’nın kuruluşuna öncülük eden bedesten bugün hâlâ kullanılıyor. Yapım tarihi daha eskiye uzanan Kapan Hanı, Pembe Han ve Pamuk Hanı’nın ise adlarından söz ediliyor.

Çarşının inşa tarihi 1859 olarak gösteriliyor. Sultan Bayezid döneminde Kayseri valisi olan Mustafa Bey zamanında yapılmış. 1871 yılında büyük bir yangın geçirmiş. 1934 yılında dönemin hem valisi hem belediye başkanı olan Nazmi Toker tarafından tehlikeli olduğu gerekçesiyle tonoz tavanı yıktırılmış. Çarşı 1990’lara kadar üstü açık vaziyette, harap hâlde kalmış. Esnaf ve müşteriler için pek de uygun olmayan çalışma koşullarına rağmen varlığını sürdürmeye çalışmış. Daha sonra yapılan restorasyonla bugünkü görünümünü kazanmış.

Çarşının içinde, iki taraftaki küçük dükkânlar mal doluydu. Bir zamanlar sokakların adlarına göre yerleşmiş olan esnaf, bugün farklı iş kollarında yan yana çalışıyordu. Kunduracının yanında iç çamaşırı satan bir dükkân, onun yanında CD satan bir iş yeri, onun yanında da bir konfeksiyoncu bulunuyordu. Çarşı içinde ayakkabıcılık yapan Mehmet Tepe yedi yıldır Kapalıçarşı Esnaf Derneği’nin başkanlığını yürütüyordu. Küçük dükkânında karşı komşusuyla sohbet ederken buldum onları. Eski bir hikâyeyi anlatıyor olsalar gerek ki, birbirlerinin lafını tamamlayarak konuşuyorlardı. Olağan esnaf hâlleri, müşteri beklerken vakit geçirmek için yapılan keyifli sohbetlerden biriydi. Ben dükkâna girerken komşusu sessizce çekildi.

Mehmet Tepe, Kayseri Çarşısı’nın diğer esnafları gibi atasözleriyle darbımesellerle konuşuyor, arada bir anlattığı hikâyelerden kıssalar çıkararak sohbeti renklendiriyordu. Genç olmasına rağmen gayet olgun, hatta bilge kıvamında bir kişiydi. Çarşının tarihini bir solukta ve ayrıntılarıyla anlattıktan sonra yapının mimarisinden söz etti. Boydan boya uzanan on beş sokaklı çarşıda on sekiz kapı ve dokuz yüz ona yakın dükkân vardı. Çarşının toplam büyüklüğü yüz bin metrekareyi aşıyor, binlerce insan çalışıyordu.

Tarihi yapının restorasyonu sonrasında eksik kalan ısıtma ve diğer altyapı sorunları çözülmüştü. Çarşı girişlerine cam kapı takılması sevindirici bir gelişmeydi. Özellikle kış aylarında açık kapılardan giren esinti nedeniyle meydana gelen cereyan, hem esnafı hem müşterileri hasta ediyordu. Kapılar takıldıktan sonra tavanın orta yerinden geçen kalın borularla yapılan ısıtma, sorunların büyük oranda çözülmesini sağlamıştı. Çarşıda ağırlıkla ayakkabı ve giyim eşyası satılıyordu ancak gıda ürünleri de dâhil olmak üzere her türlü ihtiyacı buradan karşılamak mümkündü.

Kapalıçarşı Esnaf Derneği’nin başkanı Mehmet Tepe “Kayseri deyince akla esnaflık gelir, ticaret anlaşılır.” derken, o güne kadar konuştuğum herkesin övünç vesilesi olarak söylediği cümleyi tekrarlıyordu. Kendisi çarşıda yedi yıldır başkanlık yapıyordu ama sekiz yüz yıldır bu çarşı var olduğuna göre, ticarette Kayserililerin söz sahibi olması normaldi. Çarşıda esnaflık babadan oğula geçiyordu. İlla ki aynı iş kolunda devam etmek gerekmiyor, ticareti bildikten sonra farklı bir alanda çalışanlar da çıkıyordu.

Bir dönem Osmanlı’da egemen olan çarşı anlayışının izlerine, Kayseri esnafı arasında rastlamak hâlâ mümkündü. Esnaf kendi arasında elverdiğince dayanışma içinde olmaya çalışıyor, bunun yanı sıra erkek çocuklar daha ilkokul çağlarındayken ilk esnaflık eğitimini almaları için çarşıya getiriliyordu. Bugün kunduracılık yapan Mehmet Tepe, ilkokul çağlarından önce babasının yanında gazeteden kese kâğıdı yaparak ticarete atılmış. Kapalıçarşı’da yıllardır süren bu gelenek gereği, çocuklar küçük yaştan itibaren okul dışındaki zamanlarda çarşıda çalışıyor, bir esnafın yanına çırak olarak veriliyor. Mehmet Tepe, Kayseri Belediye Başkanı’nın da, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın da çocukken bu çarşıdan geçtiğini anlatırken “Kapalıçarşı hem ticaretin hem hayatın mektebidir.” diyor. “İçine kapalı, beceriksiz bir çocuğu buradaki esnaflardan birinin yanına verin, birkaç ay içinde nasıl rahatlayıp açıldığını, kendine güveninin geldiğini görürüsünüz.” diye anlatıyor.

Mehmet Tepe Kapalıçarşı içindeki sokakların adlarını bir çırpıda sayıyor: Saraçlar Sokak, Hacıefendi Sokak, Hacı Hanifi Sokak, Urgancılar Sokak, Sipahi Pazarı, Katrancılar Sokak, Damgacılar Sokak, Dabaklar Sokak, Bezciler Sokak, Postallı Sokak, Eskiciler Sokak, Terziler Sokak, Börekçiler Sokak, Kadınlar Çarşısı, Dikiciler Sokak, Kürkçüler Sokak.

Bu sokakların her birinde o ada uygun iş kolları bulunurmuş. Zanaatkârlar küçük atölyelerinde üretim yapar, günlük hayatın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak her türden mal üretirlermiş. Zaman içinde işlerin çarşıya sığamayacak kadar büyüdüğünden söz eden Mehmet Tepe, “El işi devrini tamamladı, yeni makineler o kadar büyüktü ki, Kapalıçarşı’nın küçük dükkânlarına sığmaları mümkün değildi. İmalat bu nedenle dışarıya taşındı. Organize sanayi bölgesi kuruldu, fabrikalar açıldı, üretim oraya kaydı.” diyerek değişim sürecini anlatıyor.

Üretimin yer değiştirerek Kapalıçarşı’dan çekilmesi gibi, perakende işinin de yeni açılan ve sayıları hızla çoğalan AVM’lere kayması konusunda şunları söylüyor: “O çarşılar bizi etkilemez. Bizim müşteriler oralara gitmediği gibi oraların müşterisi de bize gelmez. Mesela organize sanayi bölgesinde çalışan işçiler bizim müşterimizdir ama kriz nedeniyle onlar işsiz kalınca çarşı da olumsuz etkilendi. Aynı şekilde köylüyü ve tarımı etkileyen ekonomik problemler Kapalıçarşı’da işlerin kesilmesine yol açıyor.” diyor.

Çarşı son yıllardaki krizler arasında en fazla 2002 krizinden etkilenmiş. Mehmet Tepe çarşıda çok az bir hareket olsa bile esnafın kendini iyi hissedeceğini söyleyerek babasının bir sözünü hatırlatıyor: “Rüzgâr eserse her yere değer, ama az ama çok. Esnaflığın sırrı budur, bu sayede esnaf olan umudunu kaybetmez.”

Bedesten

Çarşının her sokağına girip çıktığım, defalarca boydan boya yürüdüğüm, her dükkânın önünden birkaç kere gelip geçtiğim için esnaf o kalabalık içinde varlığımı fark etmişti. Belki biraz dikkatli gözlerle süzüyordum etrafı, belli ki bu bakışlar müşteri bakışı değildi çünkü tezgâhlardaki mallardan çok insanların yüzüne, tavanların taş işçiliğine, dükkân tabelalarına falan bakınıyordum daha çok. Birkaç turdan sonra çay davetleri almaya başladım.

Bu çarşıya turistler ya da yabancılar pek uğramıyordu. Uğrasalar bile diğer şehirlerdeki herhangi bir çarşıda bulunabilen çeşitler dışında pek bir şey yoktu alabilecekleri. Bedesten’deki halı-kilim dükkânlarını saymazsak turistlere göre değildi bu çarşı.

Bedesten’e gitmek için Bürüngüz Camisi ile İç Kale arasındaki Kapalıçarşı’nın sokaklarını bir uçtan öte uca geçip, Ulu Cami’ye yakın köşesindeki Urgancılar Çarşısı’na varmak gerekiyor.

Çarşının kuruluşuna ve gelişim sürecine baştan sona tanık olan Kayseri Bedesteni, kalın taş duvarlarıyla, yüksek kubbesinin altında neredeyse loş denecek kadar güneş ışığından sakınmış hâliyle, sessiz ve bir o kadar da renkli bir mekândı. Dört kapılı Bedesten’in karşılıklı iki kapısı Kapalıçarşı’ya açılıyordu. Duvarları boyunca sıralanmış kulübeden hâllice sekiz-on kadar derme çatma dükkânda halı-kilim satılıyordu. Kayseri ve yöresi bu sanatın Anadolu’daki merkezlerinden biriydi. Bünyan ve Yahyalı, gibi ilçeler kendi tarzları olan el dokuması halı ve kilim üretmeyi sürdürüyordu.

Bedesten’in eskilerinden Mehmet Başpınar oğullarıyla birlikte çalışıyordu. Turizm sektöründen Kayseri merkezinin ve Kapalıçarşı’nın hemen hiç nasiplenmediğini anlattı. Bedesten’deki diğer esnaf gibi onlar da turizm sezonu kapandıktan sonra alışverişe gelen kıyı esnafına ve Kapadokya’ya toptan mal veriyorlardı.

Bugün halıcılar tarafından kullanılan Bedesten’in tarihini anlatan Mehmet Çayırdağ, Kayseri’de aslında iki tane bedesten bulunduğunu, bunlardan Eski Bedesten’in Selçuklular zamanında yapıldığını ancak günümüze ulaşamadığını anlattı. Anadolu’da Selçuklulardan kalan tek bedesten örneği olan yapının yerinde şimdi bir otopark bulunuyor. Taç kapısının güzelliği hâlâ anlatılan Selçuklu Bedesteni, seksenli yılların başında bir pazar günü iş makineleriyle yerle bir edilmiş.

Kayseri’nin bugüne kadar gelen bedesteni, Osmanlılar şehri ele geçirdikten sonra başlayan ticari yatırımlar döneminde, 1497 yılında yapılmış. Dört ayaküstüne oturtulmuş merkezi kubbe ve yanlarda ana kubbeyi tamamlayan küçük kubbelerle örtülü yapının içinde eskiden otuz sekiz dükkân varmış. Dört kapılı Bedesten’in kuzey bölümü haffaflara yani ayakkabıcılara, güney bölümü kuyumculara tahsis edilmiş. Tabii bölüm bölüm iş kollarına tahsis edilmiş bir mekân düşünerek Bedesten’in çok büyük bir alana yayıldığını sanmayın. Günümüz ölçüleriyle sekiz-on küçük dükkânın ancak sığabileceği bir küçümen çarşıdan söz ediyoruz. Ancak zamanında satışa çıkarılan ürünlerin hiç de günümüzdeki kadar bol olmadığı dikkate alınırsa “dolap” denilen dükkânlarda satılan malların, pek kalabalık olmayan şehirdeki herkesin her türlü ihtiyacını karşıladığı anlaşılır.

Terk edilmiş Gön Hanı

Urgancılar Çarşısı’ndan geçerek Vezir Hanı’na doğru yürürken birbirine aralıksız yaslanmış dükkânların yanından geçiyordum. Çarşının adı her ne kadar Urgancılar Çarşısı olsa bile çıkışa yakın birkaç dükkân dışında burada urgan satılmıyor. Onun yerine çarşının genelinde olduğu gibi ucuz giyim kuşam bulunuyor. Birbirini izleyen tekdüze tezgâhların önünden geçerken birden alışıldık düzen bozuluverdi. Arada iki dükkân büyüklüğünde boşluk bırakılmıştı. Birkaç kişi o boşlukta durmuş sohbet ediyorlardı. Arkalarında, paslanmasın diye gelişigüzel boyanmış demir bir kapı vardı.

Kemerli kapının üstünde “Piri Paşa (Gön) Hanı” tabelası duruyordu. Kapının kilitli olup olmadığını sordum, “Açık, gir ama arkandan kapat, soğuk geliyor.” dediler. Kancasından çeker çekmez sarsılarak açılan kapının arkasında belli ki bir zamanlar çok güzel olan küçük bir handan arta kalanlar duruyordu. İki katlıydı, alt kattaki dükkânlarda çalışan son ustaların belli belirsiz izleri ile birkaç esnafın duvarlara kurşunkalemle aldığı notlar dışında hemen hiçbir şey kalmamıştı geriye. Avlunun ortasındaki ağaca zincirlenmiş eski bir bisiklet çürümeye terk edilmişti. Yapının tavanı yer yer çökmüş, avludaki döşemeler tümüyle tahrip olmuştu. Belli ki burası bir süre çöplük olarak kullanılmış, sonradan temizlenerek öylece bırakılmıştı.

Kanuni’nin ilk veziri Pir Mehmed Paşa tarafından yaptırılan han, dericilere tahsis edildikten sonra Gön Hanı adını almış. Günümüzde mülkiyetin çoğunluğu şahıslarda bulunuyor. Yapı bugünkü hâliyle Urgancılar Çarşısı, Uzun Çarşı ve Vezir Hanı arasında bulunuyor. Gayet merkezi konumdaki Han’ın onarılarak kullanıma açılmasıyla birlikte esnafın ve alışverişe gelenlerin dinlenebileceği, sohbet ederek çay kahve içebileceği güzel bir mekân olacağı düşünülüyor.

Vezir Hanı

Kayseri, Osmanlı’nın özen gösterdiği kentlerden biri. Sadrazamlar, valiler, paşalar ticaretin bunca gelişkin olduğu kente yatırım yapmaktan vakfiyeler kurmaktan geri durmamışlar. Meşhur sadrazamlardan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da hem şehrine bir hayrı dokunsun hem de vakfiyelerine gelir amacıyla Kayseri’de çeşitli eserler yaptırmış. Ulu Cami ile Kapalıçarşı arasında yer alan Vezir Hanı, 1723 yılında yapılmış.

Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı hana sultan fermanıyla kumaşçılar, abacılar, çuhacılar ve kuyumcular zorla yerleştirilmiş. Hana hareket gelmesi, işlerin canlanması ve ticaretin gelişmesi için yapılan bu zorla yerleştirme talimatı, sadrazamın 1730 yılında Patrona Halil isyanıyla devrilmesinden sonra kaldırılmış. Her esnafın istediği yerde ikamet etmesine izin çıkmış. Hanın bugünkü yönetiminden sorumlu Mütevelli Heyeti’nin içinde Sadrazam Damat İbrahim’in akrabalarından olan ve bir süre önce bu dünyadan geçen Sait Sadi Danişmendgazioğlu da varmış.

Çarşının Urgancılar Kapısı’ndan çıkınca, hemen bitişikteki kemerli geçitten Vezir Hanı’na girdim. Bu hanı yıllar önce ilk gördüğüm zaman üstümde kalan izlenim, hâlen değişmedi. Her gelişte aynı hislere kapılıyorum. Galiba yarı kullanılır durumda, yarı terk edilmiş hâldeki tüm yapıların karşısında insanın içine çöken bir his bu. O yapıların etrafında biraz merakla, biraz derinlerine doğru kaçamak bakışlar atarak dolaşılır, sonra sizi içine çekmesine izin verilir ve mahreme tecavüz hissiyle ürpererek yapıya dâhil olunur. Bu eski yapılar bana hep canlı bir organizmaymış gibi gelir. Kaldı ki Vezir Hanı öyle hop diye neyi var neyi yoksa açık ediveren yapılardan değil. Bir kere iç içe üç avludan ve her avlunun çevresinde iki katlı ve revaklı bölümlerden oluşuyor. İçeriye doğru birkaç adım attıktan sonra daha derinlere girmemi istemez gibi yolumu şaşırtmak için karşıma çıkardığı taş merdivenler üst katlara tırmanarak ucu görülmeyen koridorlara bağlanıyor. Tuhaf bir yapı bu. Büyük olan ikinci avlunun üst katında eskiden çalışan küçük bir çay ocağı vardı. Esnaf gün içinde burada toplanarak alçak taburelere oturup konuşur, çay içer, alışverişe gelen tüccarlarla yarenlik ederdi. Çayhane çoktan kapanmış, geride paslanmaya yüz tutmuş tabelasıyla birlikte terk edilmiş birkaç kırık taburesi kalmış.

Önceden tuzlu yaş deri toptancıları tarafından kullanılan han, restorasyon amacıyla boşaltıldıktan sonra geriye sadece yüncüler ve pamukçular ile halı-kilim tamir eden birkaç usta kalmış.

Yün ve pamuk satan esnaf, yatak yorgan yapmakta kullanılan bu malzemenin yanına yeni bir çeşit daha eklemiş. Sentetik elyaf satıyorlar. Kısa süre sonra yünün ve pamuğun ortadan kalkarak yerlerini elyafın alması kaçınılmaz görünüyor. Endüstriyel üretilmiş yorgan ve yastıklar çarşının içindeki dükkânlarda satılıyor. Yünlü ve pamuklu yorganlar bir süre sonra bakır tencerede pişmiş pilavdan başkasını yemeyen ince zevk sahibi insanların özel merakı kaleminden sayılacak.

Handa mesleğini sürdüren esnaf, boş duran dükkânlar nedeniyle mekânın çekiciliğini kaybettiğini, yapıyı sağlamlaştıran ilk restorasyondan sonra planlanan kullanım amacına göre bir an önce gerekli girişimlerin yapılması gerektiğini söylüyor. Bugünkü durumuyla ne tam olarak kullanılan ne de terk edilmiş durumda görünen Vezir Hanı’nda iç avlu otopark haline gelmiş. Kapalıçarşı’ya açılan kapıları işaret eden okları gören birkaç kişi kestirme geçiş için burayı kullanıyor, birkaç esnaf da odalardan depo olarak istifade ediyor.

Kale İçi Çarşısı

Kayseri’de Cumhuriyet Meydanı’nın son derece “modern” görünümüne ve gayet işlevsel kullanımına paralel olarak çevredeki tarihi yapılardan bugüne ulaşabilenler elden geçirilmiş. Vezir Hanı’na ve Kale İçi gibi tarihsel mekânlara yeni işlevler kazandırmak için başlayan çalışmalar devam ediyor.

Oldukça geniş bir alana yayılan İç Kale, çarşı olarak kullanılıyor. Kapalıçarşı ile surlar arasında kalan Kadınlar Çarşısı’na açılan kapısında her zaman hareketli bir insan kalabalığı bulunuyor. Günün erken saatlerinden itibaren Kale İçi Çarşısı’na girip çıkanların ardı arkası kesilmiyor. İçerdeki barakalarda ve tezgâhlarda genellikle en ucuzundan giysiler ve ikinci el telefonlar satılıyor. Üst kattaki kuyumcu dükkânlarında ise oldukça pahalı altın ve gümüş takılar bulunuyor.

Kale İçi Çarşısı, genel görünümüyle bir işporta pazarını andırıyor. 1980’li yıllarda yapılan hatalı restorasyonun ardından kurulan çarşıya hareket kazandırabilmek için 1990’ların ikinci yarısında barakaların kurulmasına izin verilince bugünkü görünüm ortaya çıkmış. Çarşı esnafının önümüzdeki günlerde başka bir yere taşınması planlanıyor.

On üç bin metrekarelik büyük bir alana sahip İç Kale’nin elden geçirilmesi ve kültür sanat merkezi haline getirilmesi için başlatılan çalışma, bir proje yarışmasıyla son aşamaya gelmiş. Sinemalar, sergi salonları, yürüme alanları, seyir terasları, kafe ve lokantaların bulunacağı Kale İçi Kültür Sanat Merkezi projesinin önümüzdeki günlerde başlaması bekleniyor. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü Uğur Yurt, projeyi anlatırken, şehrin merkezindeki bu alanın önemli bir ihtiyacı karşılayacağını ve Kayseri’de giderek canlanan kültür sanat faaliyetleri için önemli bir alan yaratacağını belirtiyor.

Kayseri’nin hızla büyüyen ekonomik yapısı içinde günden güne artan perakende ticaret, şehrin kalabalıklaşan nüfusu dikkate alındığında hiç kuşku yok ki geleneksel çarşıların fiziksel hacmini kat kat aşan boyutta seyrediyor. O nedenle Kapalıçarşı başta olmak üzere Bedesten ve yeniden işlev kazandırılacak hanlar, ihtiyacın çok küçük bir kısmını ancak karşılayabilecek durumda. Yine de bu tarihi mekânların içinde gelişen esnaf kültürünün ve insan ilişkilerinin kıymetinin, ticaretle elde edilecek maddi kazançlardan çok daha büyük olduğu biliniyor. Aynı zamanda, özellikle çarşı, han, kervansaray, bedesten ve hamam türü tarihi mekânları kullanılır hâlde tutarak yaşatmak ve yeni işlev kazandırırken varoluş nedenlerine aykırı uygulamalara sapmamak gerektiği konusunda eski deneylerden çıkarılmış değerli sonuçlar bulunuyor.

Kaybolmuş el sanatları ve soyadları

Bugünkü Kayseri’de halıcılık dışında tek bir el sanatı bile yaşamıyor. Birkaç kalaycı ustası var ki onlar da uzak sanayi sitelerinde çalışıyor. Birkaç mes ayakkabı imalatçısı ise sentetik malzeme kullanarak üretim yapıyor. Eski ustalar çoktan bu dünyadan çekildiği gibi onların sahip olduğu ince beceri ve ayrıntı üstündeki hâkimiyetleri de birer ustalık sırrı olarak bu âlemden çekilmiş. Çarşılar tümüyle endüstriyel üretimin sıradan tekstil ve ayakkabı türü ürünleriyle dolmuş.

Kayseri Ticaret Odası meclis üyelerinden Necmettin Feyzioğlu, Kapalıçarşı’da üç kuşaktır çalışan kıdemli esnaflardan biri. Kayseri Kapalıçarşısı’nın 1980’lere kadar Türkiye’nin üç büyük alışveriş merkezinden biri olduğunu söyleyerek “Türkiye’nin en büyük sanayici ve tüccarları bu çarşıdan yetişti.” diyor. Bugünkü durumu değerlendirirken “Son yıllarda çar çabut dediğimiz tekstil konfeksiyon ürünleri satan dükkânlar arttı, bu durum değişmeli, meslek erbabı en azından çarşıdaki sokakların ismine göre yerleştirilmeli.” diyor. Ayrıca çarşı içinde sosyal mekânların ve kültür, edebiyat, sanat erbabının gelip gidebileceği yerlerin açılması gerektiğini söylüyor.

Tarihçi Mehmet Çayırdağ ise, Kapalıçarşı’nın kültür hayatındaki önemini anlatırken Kayseri’nin köklü ailelerinin bir şekilde çarşı içinde dükkânları bulunduğunu ya da çarşıyla doğrudan bağlantıları olduğunu söylüyor. “Eski ailelerin soyadlarına bakarsanız hepsi bir mesleği işaret eder. Tıpkı Kapalıçarşı’nın sokakları ve o sokakların adları gibi aile adları da geçmişte çarşının üretimi ve sosyal hayatı nasıl etkilediğini gösterir.” diyor.

Esnaf Müzesi

Kayseri’de el üretimini sürdüren zanaatkâr kalmadığı halde bir Esnaf Müzesi bulunuyor. Eski Debbağlar Tekkesi, belediye tarafından restore edilerek ayağa kaldırıldıktan sonra Esnaf Sanatkârlar Odası’na tahsis edilmiş. Esnaf Sanatkârlar Kefalet Kooperatifi başkanlığını yürüten Mustafa Alan, Müzenin kaybolan meslekleri tanıtmak amacıyla kurulduğunu söylüyor. “Söz uçar, yazı kalır örneğinde olduğu gibi eski ustaların kullandıkları el aletleri en önemli mesleki uygulama araçları olduğu için geçmişin üretim biçimini anlatan güçlü belgelerdir.” diyor.

Müzenin içindeki eşyalar, Kayseri’deki oda başkanlarının ve halkın katılımıyla toplanmış. Müzeye hediye edilen eşyaların arasında nadide eserler de bulunuyor.

Kayseri Esnaf Müzesi, aslında oldukça zengin bir etnografik koleksiyon görünümünde. Bu hâliyle pek çok etnografya müzesinden daha iyi durumda olduğunu belirtmek gerek. 2002 yılında kurulan Esnaf Müzesi’nde çalışan Tamer Avcı, müzenin kuruluşunu ve işleyişini anlattıktan sonra “Buraya da giden gelen oluyor, normal esnaflık gibi burası da, bekliyoruz.” diyor.

Esnaf Kooperatifi başkanı Mustafa Alan, değişen yaşam biçimine ve tüketim alışkanlıklarına değinirken Kayseri esnafının toplum içindeki öneminden söz ediyor ve “Küçük esnaf müşterisine dikkat eder, özen gösterir, ne istediğini kolayca anlayarak aradığını bulmasına yardımcı olur. Burada samimiyet ve nezaket önemlidir. Müşteri ilgi bekler, bu ilgiyi verebilen iyi esnaftır, bu tür esnafın çok olduğu çarşı da iyi çarşıdır.” diyor.

KUTULAR

1

Kayseri

Tarihin çok eski zamanlarından beri insan yerleşimlerine sahne olan Kayseri’de Hitit, Asur, Frig, Makedon, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu Danişmend ve Osmanlı egemenlikleri yaşanmış. Şehrin geçmişinde ticaretin önemli bir yer tuttuğu biliniyor. Asur’un başkenti Kaniş ya da bugünkü adıyla Kültepe, aynı zamanda ticaretin başkentidir. Asurlu tüccarların pazar yeri olan karumlar bu bölgede kurulur. M.Ö. 1900’de başkentin etrafında dokuz ticaret kolonisi bulunduğu biliniyor.

Anadolu Selçukluları döneminde bölgedeki yollar onarılır, yolcuların ücretsiz ağırlandığı yeni kervansaraylar kurulur. Hanlar, arastalar, bedestenler, çarşılar inşa edilir. Kayseri’nin Pazarören ilçesinde Yabanlu Pazarı adıyla kurulan çarşı, uzak diyarlardan gelen yabancı tüccarların da yer aldığı bir tür uluslararası fuar hâline gelir.

Osmanlı döneminde Kayseri’nin ticari önemi daha da artar. Günümüze ulaşan Bedesten, Kapalıçarşı, Vezir Hanı gibi anıtsal yapılar bu dönemde kurulur.

2

Seyyahlardan

1648’de Evliya Çelebi;

“Evvela bu Kayseri şehrinin Bursa, Edirne ve İstanbul gibi iki yerde kargir yapı güzel bedestenleri vardır. Biri kuyumculardır ki bütün dünyanın değerli altın eşyaları ve nadir cevahir türü kap kacak bulunur. Cevher satan altın ustaları, mücevher şeyler işlerler. Büyük bedestenlerde zengin tüccarlar heybeler ile alışveriş edip nice bin türlü değerli kumaşlar satılır. Misk ve amber kokusu, ihtiyaç sahiplerinin dimağlarını kokulandırır.”

 

KAYNAKÇA

  • Hüseyin Cömert, 19.yy’da Kayseri, Mazaka Yayıncılık, 2007
  • Ekrem Erdem, Ahilik, Detay Yayıncılık, 2008
  • Muhsin İlyas Subaşı, Dünden Bugüne Kayseri, Kıvılcım, 2003
  • Kayseri Ticaret Odası Dergisi, Mart 2009
  • Mehmet Çayırdağ, Kayseri Kapalı Çarşısı, Makale, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Mart-Nisan 2006

 

*Kıvılcım Ajans Tarafından Hazırlanan Halk Bankası Yayınları arasında 2011 yılında yayınlanan “ÇARŞILARLA ANADOLU Hanlar-Bedestenler Kapalıçarşılar” kitabından.

Özcan Yurdalan

Fotoğraflar: Tolga Sezgin

Gazella Turizm

Gazella Fotoğraf Turları

Close