Close
Hayata Çocukların Gözünden Bakmak

Hayata Çocukların Gözünden Bakmak

Fotoğrafın bulunmasıyla birlikte insanlık tarihi kadar kişisel yaşantılarımız da yepyeni boyutlar kazandı. Bakma alışkanlıklarımız değişti. Fotografik algı, Rönesans ressamlarının uyguladığı perspektif temelli gösterme biçiminin kanıtı oldu. Giderek daha kolay ulaşılabilen, her geçen gün daha çok kişinin becerebildiği fotoğrafçılık, yeryüzünde var olan görüntülerin sayısını olağanüstü çoğalttı. Bu kadarla kalmadı, görsel ifade alanını demokratikleştirerek herkesin kullanımına açtı.

Görüntüler, insanlık tarihinin yazımında giderek daha fazla yer tutuyor. Kolektif hafızamızı fotografik görüntüye emanet etmiş durumdayız. Kişisel tarih kayıtlarımızı neredeyse tamamen fotoğraflarla tutuyoruz. Geçmişin algılanmasından geleceğin tasarlanmasına kadar geniş bir alanda fotoğrafın etkilerini görüyoruz.    

Kuşkusuz insanlık tarihi boyunca karşılaştığımız teknolojik gelişmelerin her biri, günlük hayattaki davranışlarımızı değiştirdi, farklı algılama biçimleri edinmemize yol açtı, yeni düşünce katmanlarına ulaşmamız için zemin yarattı. Ancak pek azı “fotoğraf tekniği” kadar davranış, düşünce ve duygularımızı derinlemesine etkiledi.

Sadece maddeler dünyasında değil, duygu ve düşünceler aleminde de fotografik suretlerin gölgesi geziniyor. Görüntüler, gerçeklerin evreniyle aşık atar durumda artık, hatta zaman zaman hakikatin üstünü örter hale geldi. İmgeler tarafından kuşatılmış haldeyiz, suretlerle birlikte yaşıyoruz. Fotoğraf, su gibi hayati, hava kadar doğal oldu. Hadi bunlar bir yana, yüzyıl önce kim derdi ki fotoğrafçılık “çocuk oyuncağı” haline gelecek…

“Alt tarafı fotoğraf makinesi değil mi bu? Nesneleri elle tutulabilir görüntü haline getiren teknik bir kayıttan söz etmiyor muyuz? Ne var bu kadar abartacak? Fotoğraf çekmek neredeyse her gün yaptığımız bir iş. Fotoğraf desen her yerde hazır ve nazır. Dokun düğmeye çeksin, öbür düğmeye dokun istediğin yere gönder gitsin. Çocuk oyuncağı yani….” diye düşünülebilir ancak durum öyle değil.

Öyle olmadığını çocuklarla yaptığımız fotoğraf çalışmaları sırasında anladım. Bundan on beş yıl önce başladı hikaye. 1999’un sonbahar aylarıydı.

Kendi adıma dünyanın kaç bucak olduğunu anlamaya çalışırken orada burada fotoğraf çekerek geziniyordum. 1999 yılının Ağustos ayında Marmara Depremi vurdu. Büyük bir afetti. İçinde olanları da olmayanları da derinden etkiledi, olağanüstü büyüklükte bir toplumsal dayanışma dalgası yarattı. Herkes elinden geldiği kadar yaraları sarmak için seferber oldu. Benim de aralarında olduğum bir grup fotoğrafçı, “çocuklar ve fotoğraf” ilişkisini o güne kadar alışılmış biçimin dışında yeniden kurgulama imkanını o ortamda buldu.

Çocuklar her zaman çekici bir konuydu. Fotoğrafçılar çocukların her halini fotoğraflayarak göstermeyi oldum olası sevmişlerdi. Bu ilişkiyi tersine çevirmek mümkün müydü? Çocuklar fotoğraf makinesi kullandıkları zaman çevrelerini nasıl görecek içinde yaşadıkları hayatı bize nasıl göstereceklerdi?

Felaketin kayıplarını ve acılarını saygıyla anarak, “ne alakası var fotoğrafın deprem yaşamış çocuklarla?” diye akla düşecek soruya şöyle cevap verebilirim:

Depremzedelere yardım için giden yüzlerce kişinin ve birçok gönüllü organizasyonun arasındaki fotoğrafçılar felaketi fotoğraflamanın yanı sıra hayatı altüst olmuş insanlarla birlikte çadır kentlerde yaşamaya başlamışlardı. İlk günlerde afetzedelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için herkes canla başla çalışmıştı.

Hayat olağan akışına dönerken çocuklara ve gençlere yönelik çeşitli sosyal, sanatsal, kültürel etkinlikler başladı. Bu dönemde çocuklarla birlikte fotoğraf üreterek yeni bir deneyimin kapılarını açma fikri ortaya çıktı. 8 Ekim 1999 tarihinde İzmit’te başlayan ve dört ay süren “Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi” ülkemizde çocuklarla yapılan ilk fotoğraf çalışması oldu.

Aradan geçen on beş yılda pek çok farklı fotoğraf grubu ve fotoğrafçı, memleketin dört bir yanında, değişik yaş grupları ve farklı toplumsal kesimlerden çocuklarla yüzlerce atölye çalışması gerçekleştirdi. Türkiye’de fotoğraf artık sadece yetişkinlerin uğraşı değil, küçük insanların da kendilerini ifade etmelerine imkan sağlayan görsel bir dil olarak kendine yer açmaya başladı.

Sıkça yaşadığımız hemen her doğal afet ya da sosyal travma

sonrasında problemin özneleri arasındaki çocuklarla fotoğraf çalışmaları gündeme geliyor. Dezavantajlı gruplar içinde yer alan, farklı anadillerine, değişik inanç ve kültürlere sahip olan çocuklarla olduğu kadar, bedensel ve zihinsel yetenekleri ortalamadan farklı çocuklarla da atölye çalışmaları yapılıyor.

Bu faaliyetler, amaçları, süreleri ve kapsamlarıyla sınırlı kalmayan, genel anlamda fotoğrafın ve fotoğrafçılığın problemleriyle de örtüşen bir çok özelliğe sahip. Mesela göstergebilim, etik, estetik, pedagoji, eğitim metotları alanındaki kuramsal çalışmalar için birçok veri sunuyorlar.

“Futbol sadece futbol değildir” diye bir laf vardır ya, haliyle “fotoğrafın da sadece fotoğraf olmadığını” söyleyen birçok yorumcu var günümüzde. Hal böyle olunca çocuklarla yapılan atölye çalışmalarının da sadece kendi alanıyla sınırlı kalmadığını ifade etmek yanlış olmaz sanırım.

Her geçen gün artan sayıda yetişkinin kurslar alarak beceri kazanmaya çalıştığı fotoğrafçılık, dünyada olduğu gibi ülkemizde de popüler bir eğlence aracı olarak kendi mecrasında akarken farklı alanlardaki pratiklerini de geliştiriyor. Son yıllarda belgeselciler ve haberciler kendi platformlarını yaratmaya başladılar. Özgün alanlarının faaliyetlerini sergiliyor, problemlerini irdeliyorlar. Çocuklarla fotoğraf çalışmaları ise fazla dikkat çekmeden kendi mecrasında ilerliyor. Bu atölyeler, fotoğrafçılığın uygulama alanlarından biri haline geldi dersem abartmış sayılmam.

Çocukların gözünden yeni görme biçimlerinin ve anlatmanın yeni yollarının mümkün olduğunu gösteren ilginç örneklerle karşılaşıyoruz. Atölye pratikleri konusunda çeşitli tartışmaların sürüyor. Çocuklarla yapılan çalışmalar kendi içinde ilkelerini ve yöntemlerini geliştirmeye çalışıyor.

Şimdiye kadar yapılan çalışmaların genel bilgisini toparlamayı ve deney paylaşımı yapmayı amaçlayan geniş katılımlı bir etkinlik 2014 yılında Fotoğraf Vakfı’nın düzenlediği “Fotoğrafçı Çocuklar Sempozyumu’ydu. Ancak bu toplantının ilginç bileşenleri ve çarpıcı sonuçlarına değinmeden önce başlangıca dönerek ilk dönemdeki çalışmaların düşünsel arka planından söz etmek isterim:

1999 tarihli ilk atölyenin ardından çocukların çektikleri fotoğraflarla oluşturulan albümün sunuş yazısında bu çalışmanın ekseni şöyle anlatılıyordu:   “…çocuklar, siyah beyaz karanlık oda tekniğinin temel kurallarını öğrendiler. Ancak atölye çalışması sadece fotoğraf tekniğiyle sınırlı kalmadı. Belgesel fotoğraf ve bir fikrin fotoğraf diliyle ifadesi tartışıldı. Çocuklar bu konularda düşündü ve metinler yazdı. Kendilerine bir foto röportaj konusu seçerek depremden sonra çadır kentteki hayatı belgelediler.”

Çalışmanın amaçlarından biri, özgür ifadenin ve engelsiz yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlayacak bir ortaklaşa sanatsal üretim ortamı yaratmaktı. Çalışmaya katılan yetişkin fotoğrafçılar birlikte öğrenmeyi esas alan atölye programına, “eğiten-eğitilen” ayrımının olmadığı bir dil ve pratik geliştirerek katıldılar.

Atölyenin ana fikri öznelerin kendi hayatlarına dair sözlerini kendilerinin kurabilmesi için imkan yaratmaktı. Hal böyle olunca belgesel fotoğraf başlığı altında tartışılan bazı sorunlar da gündeme geldi.

“Ötekini fotoğraflamanın etik problemleri nelerdir?”,

“Başkalarının hayatına tanık olan ve onları görünür kılan fotoğrafların gösterme biçimleri hangi sorunları yaratır”, gibi belgesel fotoğrafa ait birçok problem bu çalışmalarla birlikte yeniden tartışılmaya başladı. Popüler fotoğrafçılığın gündeminde olmamasına rağmen dünyada ve ülkemizde belgesel ve haber fotoğrafçılığı çevrelerinde gündemden düşmeyen bu problemler için çocuklarla fotoğraf atölyeleri değerlendirmeye değecek pratikler sergiledi.

İlk çalışmanın ardından gerçekleşen atölyelerin deneyimlerini toplamak ve bir metodoloji önermek üzere ortaklaşa hazırlanan ve 2004 yılında yayınlanan “Çocuklarla Fotoğraf El Kitabı”nda Mehmet Kaçmaz, “başkasının acısını fotoğraflamak” diyebileceğimiz bu temel problem hakkında şöyle söylüyordu:

“Çocuk fotoğrafçıların fotoğraf diliyle aktardıkları hikayeler kendi hikayeleriydi. Bir anlamda konunun içinde olan, bu hayatın olanak ve olanaksızlıklarını birebir yaşayan çocuklar, objektifi kendilerine çevirerek , görüntüleri kendi gözlerinden görmemizi sağladılar.

Ele alınan konunun, bizzat konunun özneleri tarafından aktarıldığını göz önüne alırsak, üretilen foto-röportajların aynı zamanda birer “oto-röportaj” niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Çektikleri fotoğraflarla bir anlamda kendilerini ve çevrelerini görüntüledikleri, bu yolla görsel günlüklerini yazmış oldukları da eklenebilir. Bu çalışma, fotoğrafçı tarafından “anlatılan” konumunda olanın, “anlatıcı” olarak kendini ifade etme şansı bulduğu yeni bir olanak olarak değerlendirilebilir.”

Çocuklarla fotoğraf atölyelerinde öğrenmenin farklı yöntemleri üstünde de birçok yöntem geliştirildi. Sadece ortaya çıkan sonuçları değil atölye boyunca yaşanılan süreci de eşit derecede önemsendi. Atölye çalışmaları sırasında tüm katılımcılar arasında dayatmacı olmayan, eşit bir ilişki kurmaya çalışıldı. Bilgi edinme sürecinde cevaplar vermekten çok sorular sormak değerli bulundu. Bilgiye ulaşmada “deneyerek öğrenme” yöntemi uygulandı, bu amaçla çocuklarla birlikte üretilen optik oyuncaklar kullanıldı. Basit mercekler ve ışık kırılmalarıyla işleyen bu oyuncakların ortaya çıkardığı görüntüler üstünden oynayarak tartışmalar yapıldı. Ceza, ödül ve yarışmaların yarattığı şartlanmalardan kaçınmak hedeflendi. Özgür ifadenin ve sınırsız yaratıcılığın gerçekleştirilmesine dikkat edildi, birlikte öğrenmeyi kıymetli bulan bir model için deneyim kazanıldı.

1999 yılında İzmit’te gerçekleştirilen Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi’nden sonra Fotoğraf Vakfı kuruldu. Vakıf, fotoğrafın belgesel ve haber uygulamalarına ağırlık verirken çocuklarla atölye çalışmalarını da sürdürdü. Bu kapsamdaki son faaliyet Soma’da yaşanan maden kazasının ardından Elmadere Köyü’nde madenci çocuklarıyla yapılan ve üç ayı aşkın süre aralıksız devam eden çalışmaydı.

2014 yılında Fotoğraf Vakfı tarafından “Fotoğrafçı Çocuklar Sempozyumu” düzenlendi. İki gün süren etkinlikler sırasında İzmit, Van, Roboski, Batman, Van, Mardin, Şırnak, Yüksekova, İstanbul, Ankara, Erzurum, Samsun, Konya, Bergama, Antakya’da farklı grupların değişik köken ve sosyal kesimden çocuklarla yaptıkları çalışmaların raporları tebliğ halinde sunuldu ve görseller izlendi. Ayrıca düzenlenen forumlarda problemler değerlendirildi, yeni imkanlar tartışıldı. Çalışmaların sonunda hazırlanan ortak metinle birlikte tebliğlerin ve tartışmaların tamamı geçtiğimiz aylarda yayınlanan kitapçıkta yer aldı.

Çocuklarla yapılan fotoğraf çalışmaları artan sayıda örnekle ve yeni pratiklerle gelişerek sürüyor. Her biri özgün deneyimler sunan atölyeler aynı zamanda fotoğraf dünyamızın ufkunu genişletiyor. Biz yetişkinlere ise çocukların gözünden hayata bakma fırsatı veriyor.

Özcan Yurdalan

Close