Close
Vaka-ı 419: Nijerya

Vaka-ı 419: Nijerya

Nijerya birçok bakımdan şaşırtıcı bir yer: Afrika’nın en kalabalık ülkesi (nüfus tahminleri 130 ila 145 milyon arası); Afrika’nın en büyük ikinci ekonomisi (Güney Afrika’yla güreşiyor); Afrika’nın en tehlikeli şehri Lagos’un olduğu yer; dünyanın en büyük siyah -ırk- demokrasisi; dünyanın en büyük altıncı petrol üreticisi; dünyanın en mutlu insanlarının ülkesi (Bütün olumsuzluklara rağmen Nijeryalılar kendilerini mutlu sayıyorlar ve yine Birleşmiş Milletler (BM) kayıtlarına göre en mutlu ilk üçteler); Afrika’nın kabile/dil karışımı en yüksek ülkesi (250’den fazla kabile, lehçeleriyle birlikte 600’lere varan dil sayısı); Afrika’nın ikinci en büyük orta sınıfına sahip ülkesi (Güney Afrika’dan sonra); Afrika’nın ikinci en büyük eğitilmiş işgücüne sahip ülkesi (ilkini tahmin edin bakalım, baş harfi Güney Afrika olabilir mi acaba?); Afrika’daki en yüksek ikinci Müslüman nüfusa sahip ülke (Mısır’dan sonra); Afrika’daki en yüksek Hıristiyan nüfusa sahip ülke (Etiyopya’dan sonra); dünyada yolsuzluğun en fazla yapıldığı ülke (BM kayıtlarına göre Bangladeş’le birlikte).

Birçok ilginç özelliği olan bu ülke dünyada en fazla üçkağıtçılarıyla tanınıyor. Nijeryalı üçkağıtçıların en sevdiği kazıklama oyunu basit bir e-posta’yla başlar. “Sevgili bayım, ben Nijerya’da haksızlığa uğramış bir generalin oğluyum. Yurtdışına para çıkarmam gerekiyor. Eğer bana yardımcı olursanız, yurtdışına çıkaracağım paranın % 30’unu size aktaracağım. Bana yardımcı olacağınıza inanıyorum. Bankadaki hesabım şu anda bloke durumda, hesabımı açtırıp parayı size transfer edebilmem için lütfen bana bloke açım ücreti olarak $ 10.000 ve banka hesap numaranızı gönderin. Parayı ve hesap numaranızı alınca üç gün içinde hesabınıza $ 15 milyon göndereceğim, bu paranın % 30’u sizindir. Cevabınızı bekliyorum. Tanrı sizi kutsasın.” Siz ya da çevrenizden birine bu ya da benzeri bir e-posta illaki gelmiştir. Peki neden bu işte Nijerya öncü?

Nijerya’da 250’den fazla kabile var. Bu kabilelerin içinde Hausa (Kuzey Nijerya), Yoruba (Batı, Güneybatı Nijerya), Igbo (Güneydoğu Nijerya), Fulani (Orta, Kuzey Nijerya) çoğunluğu oluşturuyor. Geri kalan kabileler içinde Efik (Orta, Güneydoğu Nijerya) ve Ijaw (Güneydoğu Nijerya) adından söz ettirenlerinden. Parantez içinde verdiğim bölgeler bu kabilelerin geleneksel olarak yaşadıkları bölgeler. Zaman içinde ticaret, seyahat ve diğer amaçlarla yer değiştiren kabileler özellikle şehirlerde iç içe yaşıyorlar. Ama bu birbirlerini sevdikleri anlamına gelmiyor elbette. Nijerya gazetelerinde sık sık kabileler arası çatışma haberlerine rastlamak mümkün. Çatışmalar son yıllarda din ve etnik köken ekseninde çıkıyor. Müslümanlar ülkenin kuzeyinde, Hıristiyanlarsa güneyinde çoğunlukta.

Müslümanlık, kuzeyde yayılmasını sahra çölünü aşarak gelen ticaret ve köle kervanlarının etkisine borçlu. Güney Nijerya’da Hıristiyanlık’sa, İngilizler’in gelmesiyle yayılmaya başlamış. O zamana kadar güneydeki kabileler animist (doğaya tapan) olarak, toprağa bağlı bir yaşam sürmüşler. İngilizler’in bölgedeki etkileri kıtanın içerilerine yol olmaması nedeniyle uzun süre kıyılarla sınırlı kalmış. Misyonerler güneye Hıristiyanlık ve eğitim getirmişler. Özellikle Igbo Kabilesi eğitim konusunda çok istekli davranmış ve kısa zamanda İngilizler’in yönetimde imtiyazlı ortakları arasına girmişler. Kuzeydeyse misyonerler pek kabul görmemiş; bunun sonucunda da Kuzey Nijerya Müslüman ve eğitimsiz, Güney Nijerya Hıristiyan ve (görece) eğitimli bir topluma sahip olmuş. Bu fark halen devam ediyor: Ülkenin kuzeyi daha geri kalmış, güneyiyse refah bakımından daha gelişmiş durumda.

Afrika uzunca bir süre Avrupa’nın fildişi, palmiye yağı ve altın ihtiyacını karşılarken, bunların karşılığında Avrupalılar onlara süs eşyaları, bakır teller ve barut vermişler. Altın ihtiyaçları içinse daha dolambaçlı bir yol izlemek zorunda kalmışlar; getirdikleri malları ilk önce Köle Kıyısı’na (bugünkü Lagos ve kuzeyi) getirip burada Afrikalı tüccarlardan köle satın almışlar. Aldıkları köleleri de Altın Kıyısı’nda (bugünkü Gana) zengin Afrikalılar’a altın karşılığı satmışlar. Bu ticaretin çalışabilmesi için köle ticaretinin altyapısının hazırlanmasına gerek kalmamış çünkü zaten yüzyıllardır Afrika’da kölelik günlük yaşamın bir parçası olarak sürüyormuş. Bazı tahminlere göre çok eski tarihlerden beri Afrikalılar’ın % 30’u ila % 60’ı köle olarak yaşamışlar. Kölelik, Afrika sosyal yapısında yeri olan bir kurum: Yeteri kadar ürün alamayan ve dolayısıyla aç kalan bir köylü elindeki tek şeyi, özgürlüğünü satarak hayatta kalmayı başarabiliyormuş. Bunun yanında çok çocuklu ailelerde büyük erkek çocuklardan biri evlenmek isterse ve gerekli başlık parası yoksa kardeşlerinden birini ya da birkaçını köle olarak zenginlere rehin olarak verebiliyormuş. Borcunu ödeyebilirse kardeşini geri alabiliyor, yoksa kardeşi orada köle olarak kalıyormuş.

Tüm bunların yanında günlük işlerde çalıştırılmak üzere köle kaçıran kabileler de her zaman var olagelmiş. Örneğin Nijeryalı Igbolar’ın komşu kabilelere sadece köle almak için saldırdıkları bile oluyormuş. İhtiyaçlarından fazla köleleri olduğunda bunları pazarda satmaları da normal sayılıyormuş. 11. yüzyıldan kalma kayıtlar 1000’den fazla kölesi olan ve bunun ticaretini yapan Afrikalılar’dan bahsediyor. Bu ticaret günümüze kadar sürmüş ve Orta Afrika ülkelerinden Nijer, köleliği 2003 yılında kaldırdığında ülkede en az altı bin köle olduğu varsayılıyormuş.

Avrupalılar’ın köle ticaretiyle ilgileri ilk başlarda çok sınırlı kalmış. Kayıtlara göre 1441-1600 yılları arasında yılda 2500 Afrikalı köle olarak taşınmış. Amerika’nın kolonileştirilmesi ve Avrupa’nın dizginlenemeyen şeker ihtiyacı 1600’lerden sonra köle ticaretinin oldukça büyümesine yol açmış. 1600-1870 yılları arasında 8.5 ila 13 milyon arası Afrikalı’nın köle olarak Amerika kıtasına gönderildiği sanılıyor. Köle ticaretinin bu kadar büyük rakamlara çıkması, Afrika’da sosyal yapının bozulmasına ve nüfusun düşük kalmasına sebep olmuş. Eskiden köle ticaretinin ana merkezlerinden olan Lagos ve hemen yakınındaki Badagri şehirlerinde köle pazarları bugün müze olarak korunuyor. İngilizler 1807 yılında köleliği yasaklamışlar. Lagos halkı da İngilizler’in bölgeye yerleştiği 1820 sonrası köle ticaretinden kurtulmuş. Şehir İngilizler’in Batı Afrika’daki ticaret üssü haline gelmiş; bugün eski geleneklere göre Lagos’a bir isim vermem gerekse ona Ticaret Kıyısı derdim. On altı milyonluk Lagos’un yolları aslında beş yüz binlik bir nüfus için planlanmış. Trafiğe yakalanma olasılığınız neredeyse % 100. Nijeryalılar trafik sıkışıklığına bir de isim takmışlar: Slow-Go (yavaş giden).

Bugün Viktoria Adası’ndan yola çıkıp depomuzun olduğu Ikorodu Bölgesi’ne gidiyoruz. Adayı ana karaya bağlayan köprüde trafik sabahın altısından akşamın sekizine kadar tıkalı. Bu sıkışıklık satıcılar için yeni bir fırsat yaratmış; trafikte bekleyenlere yönelik: “Yürüyen Pazar”. Trafik iyice yavaşlayıp sonunda duruyor ve film karelerini andıran sahneler gözümüzün önünde canlanıyor. Nijerya gazetelerini ve birkaç aylık dışarıda basılmış eski haber dergilerini zorlukla taşıyan çocuk, arabada beni görünce koşturup cama Newsweek’i dayıyor. Gazetelerini de kaputa koyuyor. Ne kadar ilgilenmediğimi söylesem de boşuna, illaki bana eski dergilerden birini satacak; görünen o ki yükün altında yorulan gazeteci, yükünü biraz da bize taşıtacak. Kaputta gazeteler, camda dergi, yanımızda satıcı adım adım ilerliyoruz. Yandaki arabalardan biri gazete istiyor, bizimkisi hemen koşturuveriyor; üzerinde sadece şort bulunan kısa boylu bir diğer satıcı kafasının üzerinde dengelediği kıymalı börek tepsisine dikkat ederek koşturuyor; kucağında taşıdığı ekmeklerden önünü göremeyen yaşlıca biri yan yan yürüyerek müşteri arıyor; bir kolu omzundan itibaren yok olan görme engelli adam, ufak bir çocuğun elinden tutmuş onunla birlikte dileniyor, çocuk beni görünce adamı hızla çekiştirip arabanın sol yanına geliyor ve para istiyor; gazeteci çocuk yeterince dinlenmiş olmalı ki, gazete ve dergilerini kaputtan alıp geriye doğru yürümeye başlıyor; dilenci bir kaç dakika sonra benden para çıkmayacağını anlayıp başka arabalara seğirtiyor; malları az ama sattıkları markalar ayrı olan sakız ve bisküvi satıcılarından altı yedisi aynı yerde kümelenmişler -arada Saray Bisküvileri (Karaman’dan) dikkatimi çekiyor; toz almak için birbirine sıkı sıkıya tutturulmuş tüyler satan iki kişi art arda yanımızdan geçiyorlar; sonra elinde yam (bir çeşit çok büyük patates) torbaları olan bir kadın küçük bebeği sırtında olduğu halde arabaların arasından bize doğru geliyor, bebeğine beyaz adamı (beni) gösteriyor; bebek ağlamaya başlıyor, şoför “’bizde çocukları seni beyaz yamyamlara veririm’ diye korkuturlar, ağlaması ondan herhalde” diyor; birkaç dakika durmadan hareket ediyoruz, tam yol açıldı derken yeniden duruyoruz. Arka tekerlekleri havada ön kısmı büyük bir su birikintisine gömülmüş olan minibüs trafiği tıkıyor; yağmur suları yoldaki büyük delikleri doldurmuş, minibüslerden biri deliği sığ sanarak geçmeye çalışmış, o kadar; yolcuların bir kısmı minibüsü çukurdan çekmeye çalışıyor, diğerleri bekliyor vs. Tam o sırada diğerlerinden farklı bir satıcı yavaş yavaş arabamıza doğru geliyor. Bir elinde fare kapanları, diğer elinde fare zehirleri var. Onu diğerlerinden ayıran özellik, sattığı malların çalıştığına dair olan ispat yöntemi: Boynuna ipe dizdiği ölü fareleri de asmış! Derken bir film sahnesi daha; minibüsün yanındaki kalabalığı görünce boynundaki fareleri eline alıp sallamaya, diğer yandan da fare zehirinin ne kadar güçlü olduğunu bağırmaya başlıyor; kimse etkilenmişe benzemiyor; ayrana benzeyen tatlı bir yoğurt içeceği satan adam, yanımızdan geçen arabadan kaçmak için kendini bizim arabanın önüne atıyor; bizim şoför kızıyor, atışıyorlar; trafik açılıyor… “Yürüyen pazar”ın canlı reyonları arasından bir şey satın alamayacak kadar hızla geçiyoruz.

419

Bu şaşırtıcı ülkenin en iyi olduğu konuların başında ülkedeki gelir dağılımının eşitsizliğinden kaynaklanan üçkağıtçılık olduğunu ifade etmiştik. Dünyanın altıncı büyük petrol üreticisi ama diğer yandan ülkede petrol karaborsada. Devlete iş yapanların ve devlet erkanının cebi dolu ama geri kalan büyük çoğunluğun durumu içler acısı. Dolayısıyla ticaret yapmak isteyen ama sermayesi olmayan, kendi kabilesi dışında kimseyi takmayan ve kabilesinden aldığı eğitim sayesinde de kendisinde olmayanları istemeyi öğrenen Nijeryalılar’ın bir kısmı çözümü dolandırılıcılıkta arıyorlar. Tahminlere göre ülkede 250.000 kişi geçimini dolandırıcılıkla sağlamaya çalışıyor. Hatta 1970’lerin sonunda krizle beraber, petrol gelirleri birden düşünce işsiz kalan birçok okumuş Nijeryalı bile çareyi ülkelerindeki yabancıları dolandırmakta bulmuşlar. Daha sonra teknolojinin ilerlemesine paralel olarak faksla yurtdışına açılan Nijeryalı dolandırıcılar, internetle birlikte çağ atlayarak çok daha geniş bir kitleye çok ucuza ulaşma ve kitleleri dolandırma olanağına kavuşmuşlar. İnternet olanağı, Nijerya yasasının dolandırıcılıkla ilgili maddesine ithafen “419” vakalarının patlamasına ve birçok genç okumuş Nijeryalı’nın bu “iş kolu”na girmesine yol açmış. Kurbanlarına çok yüksek paralar vaat edip küçük bir ön ödeme isteyen dolandırıcılar öylesine başarılı olmuşlar ki sayıları her geçen gün azalacağına daha da artıyor. Nijerya devleti yakın zamanda “yolsuzluk ve dolandırıcılığa” karşı topyekûn savaş ilan etti  ama devletin başka iş bulamadığı için dolandırıcılıkta karar kılan Nijeryalılar’ı sadece konuşarak ikna etmesi kolay olmayacak gibi görünüyor

Başar Kurtbayram

http://www.simdigezelim.com/

 

Close