Close
Camargue

Camargue

Fransa’nın güneyinde, deniz kenarında yazlık bir kasaba olan Camargue deyince, akla şehirden çok, masumiyetin rengi beyaza bürünmüş atlar gelir. Fotoğrafa olan merakımın arttığı ilk günlerden beri, daha önce çok fotoğraflanmamış bu atları görmek ve her birini bir fotoğraf karesinde saklamak isterdim. Provence gezimin ardından buraya kadar yolum düşmüşken, bu heyecanı yaşamak için Camargue’a doğru yola çıkmaya karar veriyorum.

Marsilya’ya uçak yolculuğumda, sonrasında Camargue’a doğru arabayla ilerlerken içimden bir ses yolun sonunda hayatım boyunca unutamayacağım bir heyecan ve deneyim yaşayacağımın haberini veriyor bana.

Batı Avrupa’nın en geniş nehir deltası üzerine kurulmuş sulak bir bölge Camargue. 15-20 cm derinliğinde sığ sular, güneşin su üzerinde bıraktığı yansımalarla birlikte sanki zamanın ötesine açılan bir uzun yol hissi veriyor insana. Doğanın ve manzaranın zenginliği, birçok kuş türünün, kendine has hayvan çeşitliğinin olmasına da yansımış bölgede. Bir sahil kasabası olduğu için sezon mevsimleri dışında sakin ve kendi haliyle baş başa kalıyor.

At çiftlikleri bataklıkların yoğun olduğu bölgelerin etrafına dizilmiş ve bölgede çoğunlukta olan Rumen halk tarafından işletiliyor. Sıcak ve samimi insanlar Rumenler. Çiftliğe vardığımızda önce atların hazırlanmasını bekliyoruz. Bu arada fotoğraf makinelerimizi hazır hale getiriyoruz ve atların gelişiyle birlikte fotoğraf çekmeye başlıyoruz.

Camargue-Velit Gazel   Camargue-Velit Gazel

Seyisler atları bizden 50 metre ileriye götürerek burada koşturmaya başlıyorlar. Beyaz Camargue atları saçlarını savura savura bir sağa sola koşuyorlar, eğer bir canlının vahşiliğinde asalet yatabiliyorsa, vücudunun her hareketi ahenkli bir uyum içindeyse, bu kesinlikle Camargue atından başka bir canlı olamaz diyorum. Rüzgarı delmek istercesine hırsla ama bu hırsın şiddetini yansıtmayan bir yumuşaklıkla hareket ediyorlar. Ve sanki her biri bir diğerinin, bir sonraki hamlesini biliyormuş gibi birbirlerine uyumla eşlik ediyorlar. Eğer bu atları size birkaç kelimeyle anlatmam gerekseydi; ‘şıklığın ruhunda can bulmuş asillik’ten daha iyi bir tanım bulamazdım.

Atlar bir yandan rüzgarı sırtlarına alıp heyecanla; bir yandan da sanki az önce arkalarında duran rüzgar karsılarına geçince ihanete uğramış gibi şahlanarak bir süre koşmaya devam ediyorlar. Fotoğraf makinemin arkasında ben de en az onlar kadar hatta belki çok daha fazla heyecanlanıp, bu an hiç bitsin istemeyerek arka arkaya fotoğraf çekiyorum.
Ancak işin asıl adrenalin yüklü kısmının daha başlamadığını da biliyorum. Bir süre sonra beklenen an geliyor, seyis hazır olup olmadığımızı bir el işaretiyle soruyor, hazır olduğumuzu söylüyoruz. Biz fotoğraf makinelerimizle pozisyonumuzu alırken, seyisler atlara işareti veriyorlar. Kendinizi ne kadar hazırlarsanız hazırlayın, atlar size doğru koşmaya başlayınca ne olduğunu anlamanız birkaç saniyenizi alıyor.

Atlar öyle hızlı koşuyorlar ki, önce dizlerimin bağı çözülüyormuş gibi hissediyorum ve korku mu heyecan mı birbirinden ayırt edemediğim bir duyguya kapılıyorum. Bir anda salgılanan adrenalinin etkisini, sanki kalbim olduğu yere fazlaymış gibi atarken hissediyorum. Ayaklarımın üzerine daha da sıkı basarak, fotoğraf makinemi biraz daha sıkı tutarak, sadece anın tadını çıkarıyorum ve heyecanlı bekleyiş anına kendimi bırakarak üzerime doğru koşan atları fotoğraflamaya devam ediyorum. Atlar yaklaşıyorlar ve onlar yaklaştıkça kalbim daha da hızlı atıyor. Atların beni ezmeyeceğini biliyorum ama 10-15 tane at üzerime doğru koşarken kendimi bu şekilde rahatlatmam haliyle zor oluyor. Ve bir anda etrafımı sarıp yanımdan geçip gidiyorlar. Sebep oldukları rüzgarın yüzüme vurmasıyla derin bir nefes alıp, herhalde hayatında bir daha asla yaşamayacağın bir heyecan yaşadın diyorum kendime. Şahane fotoğraflar çekmenin de mutluluğuyla bir tebessüm yayılıyor yüzüme ve albümlerimin en görkemli fotoğraflarını az önce kaydettiğimi biliyorum.

Lunaparkta ilk defa gondola binen bir çocuğun, gondol öne doğru giderken yaşadığı heyecanı ve korkuyu; geriye giderken sıkıca tuttuğu o derin nefesini veriş anındaki rahatlığı düşünüyorum. Ne kadar korkmuş olursa olsun, lunaparktan dönerken bir daha gelip o gondola bineceği anı iple çektiğini biliyorum o minik çocuğun. Bu heyecanı bir kez daha yaşamaya değer dediğini duyuyorum ve az önce hissettiğim tam olarak buydu diyorum kendi kendime. O heyecanı, adrenalin dolu o anları; bir kez ve belki de binlerce kez yaşamaya değer diyorum.

Velit Gazel

Gazella Turizm Fransa Turları

Gazella Turizm Fransa

Close