Close
Birkaç Masal Söyleyip Uykuda Dalmak

Birkaç Masal Söyleyip Uykuda Dalmak

Bu dünyanın her köşesine bir göz atabilsek keşke, havasını koklayıp suyunu içebilsek. Gel gör ki ne o yollar her zaman açıktır, ne de ömür kâfi gelir bu isteği gerçekleştirmeye. Yine de bütün mesele yaşadığın yerin ve zamanın hakkını verirken, gezmelerin de tadını çıkarabilmekte. Ne kadar olursa artık, yolların hangisi bizi nereye götürürse…

Ömer Hayyam’ın gülistanından çıkarken bunlar geçiyordu aklımdan. Bir de şairin şu satırları:

Onlar ki fazilet denizleri gibi engindiler,

Marifet ve irfan yolunda meclis ve mahfilleri aydınlattılar

Ama bu karanlık gecenin içinden bir yol bulup çıkamadılar,

peki ne yaptılar?

Ne yapacaklar, birkaç masal söyleyip uykuya daldılar.

Hayyam’ın şehri Nişabur arkada kalmıştı, İran’ın içlerine doğru uzun bir yolculuk yapıyordum. Önümde dünyanın en eski yaşayan kentlerinden biri Yezd vardı. Bir vakitler bu topraklarda yaygın din olan Zerdüştlüğün günümüzdeki en önemli kentiydi Yezd. Ülkenin doğu sınırlarına yakın çölün ortasında bir vahaydı. Aynı zamanda oldukça eski bir bilginin yüzlerce yıldır kullanıldığı hiçbir enerji harcamadan evlerin serinletildiği hava akımlarını kontrol eden Badgirlerin kentiydi Yezd. Evlerin üstünde büyük birer baca gibi duran ve rüzgarları içeri alarak esinti yaratan hem estetik hem işlevsel mimari parçalardı. Onları gördükten sonra sırada şiirin kenti, belki de başkenti Şiraz vardı.

Sabaha karşı Şiraz’a girerken geçtiğimiz vadinin iki yamacına yeşillikler içinde seyir terasları, gezinti yolları yapılmıştı. Günün bu saatinde ortalık tenhaydı, görünürde kimse yoktu ancak tepeden şehrin görünüşü oldukça etkileyiciydi.

Ne var ki Şiraz bugünkü haliyle pek de seyirlik bir kente benzemiyor. Çünkü ilk bakışta gözüme çarpan beton yapılar, yüksek binalar, iş merkezleri dünyadaki bütün büyük kentlerin estetikten yoksun yapılaşma kaderini Şiraz’ın da paylaştığını gösteriyor.

Her şeye rağmen burası Kerim Han’ın kenti. 1700’lerin ikinci yarısında şehirde yaptırdığı binaların, çarşıların, camilerin ve medreselerin çoğu bugün de ayakta duruyor. Her biri ince zevk eseri. Son zamanlarda İran’ın her köşesinde başlayan restorasyon çalışmaları burada da oldukça ilerlemiş. Deniz kenarlarında çocukların yaptığı kumdan kaleler gibi sevimli ve bir o kadar da kırılgan görünen “Arg” yani Şiraz Kalesi, bir zamanlar kentin girip çıkılması en zor, en sıkı tedbirlerle korunan yeriyken bu gün bilet alan herkesin girip altını üstünü gezdiği, hayranlıkla mimarisini, nakışlarını izlediği ilginç bir yer. İç kale bugün de şehrin ortasında ve yine Kerim Han döneminde yapılan Bazar-ı Vekil ile Mescid-i Vekil’e yürüme mesafesinde. Oldukça büyük bir allana yayılan ve her sokağına farklı meslek erbabının yerleştiği canlı bir alışveriş merkezi olan Bazar-ı Vekil günün her saatinde kalabalık. Bitişiğindeki mescid ve medrese ise özellikle burmalı sütunları, havuzlu büyük bahçesi ve çinileriyle göz alıcı görünüyor.

1212’de doğduğu söylenen Sadi ve 1389’da doğduğu tahmin edilen Hafız bu şehrin iki parlak ismi. İranlıların hala beğenerek okuduğu ve açıklama, tercüme gerektirmeden anlayabildikleri iki büyük şair, dünya şiirinin de zirvelerinden. Hâlâ yaşıyorlar. Sadi, başına buyruk bir gezgin olarak aynı zamanda dünyanın da girdisini çıktısını yoklamış biri. Şimdi uysal bir yamacın üstünde istirahate çekilmiş. Hafız ise kentin bir başka köşesinde yatıyor. Türbelerini çevreleyen geniş çiçek bahçeleri her zaman ziyaretçilerle dolu. Yanıbaşlarındaki çayhanelerde, nargile ve kehribar rengi çay eşliğinde oturup şairlerden okunan bestelerin ahengine kendimi bıraktığım vakitler, en sevdiğim Şiraz akşamlarıdır. Bir de Hafız’a bir gonca gül ile Yahya Kemal’in şiirini yollamak:

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış.
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış.
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde.
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

Şiraz’ın bahçelerinde hala öten bülbül var mı bilmiyorum ama bu kent de bütün tarihi İran kentleri gibi gelişmiş bir şehircilik anlayışının eseri. Geniş bulvarlar, büyük meydanlar, özenle düzenlenmiş parklar… Tahran’ı belki bu tanımların dışında tutabiliriz. Her ne kadar başkentin kuruluş planları böyle yapılmış olsa bile, büyük göç alan ve çok hızlı kentleşen Tahran bütün metropollerin kaderini paylaşıyor. Geniş caddeler yetmiyor, büyük meydanlar yüksek binaların arasında küçülüyor, parklar bahçeler soluk almaya yetmiyor.

Şiraz şairlerin şehriyse Tahran’da müzelerin mekanıdır. Bir kısmı tarihi yapıları kullanan bir kısmı modern binalara yerleşmiş müzeler, ziyarete gelen yabancıların Tahran’ın kalabalığına ve boğucu trafiğine katlanmaları için tek nedendir bence. Bir müzede sergilenecek hangi eserler geliyorsa aklınıza, Tahran’da o eserin de içinde bulunduğu benzerlerini barındıran ayrı bir müze bulursunuz fazla zorlanmadan. Gülistan Sarayı benim için en etkileyici olanıdır. Bir müzeler kompleksi denilebilir burası için. Kacar Hanedanı döneminden kalma bu muhteşem saray, büyük bir bahçeye dağılmış çok sayıda gösterişli binalardan ibarettir. Bugün ziyaret edilebilen yedi binanın her birinde değişik eserler sergilenir hatta bir fotoğraf galerisi bile bulunur.

Gülistan Sarayı’nın yakınındaki Tahran Çarşısı ve çevresindeki işletmeler ise İran’ın bir tür finans merkezi. Kurlar, altın borsası ve diğer taşınabilir değişim değerlerinin kıymeti genellikle burada yıllardır yerleşmiş ilişkiler ağı içinde belirleniyor. Çarşı aynı zamanda Tahranlıların günlük ihtiyaçlarını karşılayan önemli bir çekim alanı. Yaklaşık on kilometre uzunluğunda kapalı mekana sahip, ayrıca açık alanlarla birlikte uçsuz bucaksız bir labirent görünümünde. Bu pazarı tanımanın ahengini ve kaosunu yaşamanın tek yolu, dar sokaklara kendini bırakıp kaybolmaktan geçer. Başka yolu yok. Yoruldukça bir köşede çay molası vermek isabetli olur. Bir hanın avlusunda oturup gelen geçeni seyrederken, renkli vitrinlere bakanları, kuyumcuların albenili altın takılarını izlerken vaktin nasıl geçtiğini anlamaz insan. Tıpkı Tebriz’in büyük çarşısında, bir zamanlar ipek yolu üstündeki en önemli duraklardan biri olan ibrişim çarşısında olduğu gibi.

Tebriz gibi, Tebrizlilerin Bazar dediği çarşının geçmişi de tarihin eski zamanlarına uzanıyor. Bugünkü haliyle üstü kapalı sokakların uzunluğu 35 kilometreyi geçiyor. Baharattan ipeğe, halıdan altına, giysiden küçük ev aletlerine, esanstan mobilyaya kadar her şeyin satıldığı çarşıda yedi binden fazla dükkan ile halen görülebilen 24 kervansaray ve medreseler olduğu söyleniyor.

Tebriz İran’ın kuzey batı ucunda, Anadolu’ya açılan en büyük kapısı aynı zamanda. Tarih boyunca da böyle olmuş. Ticaret de, kültür de, sanat ve bilim de buradan geçip gelmiş. İran kültürünü yaratan önemli damarlardan biri olan Tebriz’de düşünürlerin ve şairlerin kenti kuşkusuz. Mevlana’nın can dostu Şems-i Tebrizi bugün de sevgiyle anılıyor. Şehriyar ile birlikte yüzlerce şair, şehrin en güzel köşelerinden biri olan şairler mezarlığında yatıyor. Elgoli Parkı Tebrizlilerin boş vakitlerinde gezinmekten hoşlandıkları mekanlardan biri. Bir tepenin neredeyse tamamını kaplayan parkın içinde, küçük bir göl görünümündeki havuzda kürek çekenler, çevresinde gezintiye çıkmış gençler, lunaparkta dönüp duran oyuncaklar ile özellikle yaz akşamları parkın her köşesi çok kalabalıktır.

İranlılar geceleri dışarıda olmayı sever. Kentlerin ortak yaşam alanları da ona göre düzenlenmiştir. Ancak en keyifli akşamlar bence İsfahan’da yaşanır. Bir tarafta şehrin ortasından geçen Zayede Nehrinin iki kıyısına piknik malzemeleriyle yerleşmiş kalabalık aileler atıştırmak için pratik bir şeyler hazırlar ve mutlaka semaverde çay demlerler. Kolayca kuruluverdikleri sofralarına meraklı bakışlarla yanlarından geçen yabancıları mutlaka davet ederler. İster Zayende’nin kıyısında olsun isterse dünyanın en büyük avlusu sayılan Nagş’e Cihan Meydanı’nın çimenliklerinde olsun, keyif çatıp yemeğini yiyenlerin arkasında bir çöp bile kalmaz. Her yer gibi ortak yaşam alanları da temizdir. İranlılar gezmeyi sevdikleri kadar ülkede kampçılık ve dağcılık da bir hayli yaygındır. Gençler grup halinde hafta sonları dağlarda küçük yürüyüşler yaptıkları gibi zorlu tırmanışlar da gerçekleştirirler. Demavend gibi kimi zorlu zirveler dünya dağcılarının da ilgisini çeker. Ülke büyüklüğü yanı sıra çok farklı coğrafyalara da sahiptir. Dağlardan çöllere, çöllerden denizlere ve bitek ovalara kadar farklı iklimlerin görüldüğü ilginç bir yapısı vardır. İrili ufaklı nehirlerin kıyısındaki kentler ise suyla birlikte yaşamayı hiç ihmal etmez.

İsfahan’ın içinden akan Zayende Nehri’nin üstündeki üç tarihi köprüden her biri suyun üstüne yazılmış şiir gibi görünür uzaktan. Köprüler sadece insanları ve yüklü kervanları karşıdan karşıya geçirmek için değil aynı zamanda hoşça vakit geçirmeleri için de tasarlanmıştır. Üstünde seyir bölmeleri, altında oturma mekanları bulunur. Zaman zaman siyasilerin kararıyla kadınlar için yasaklanan köprü altı çayhanelerinde akide şekerine benzeyen pulaki ile kıtlama çay içilir, pop müzisyenlerinin avaz avaz bağırarak söyledikleri şarkılar dinlenir, akşamları açılan tezgahlarda sinema yıldızlarının posterleri satılır. Genç aşıkların kaçamak buluşmaları da buralarda olur. Gerçi gönül ferman dinlemez, aşığa Bağdat sorulmaz, iki gönül bir olursa samanlık seyran olur ancak gençlerin özlemleri, idarecilerin beklentilerinden oldukça farklıdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi İran’da da son yıllarda yaygın tartışma konularından biri “emniyet mi mühim azatlık mı” ikileminde düğümlenmiştir. Güvenlik mi özgürlük mü diye sorulduğunda her ikisi birden diyebilenlerin sayısı bütün dünyada olduğu gibi İran’da da artarken, gençler kadim kültürlerinden ilham alarak kendi yollarını çizmeye çalışıyorlar.

Özcan Yurdalan

Gazella Turizm İran Turları

Gazella Turizm İran

Close