Close
Jaipur

Jaipur

Hindistan yarımadasının kuzey batısına düşen Racastan Eya­leti, Racputların memleketi, Mihracelerin diyarı, ülkenin en turistik vitrini. Buradaki kentler, birer hükümranlık merkezi oldukları için askeri tahkimata uygun inşa edilmiş. Fethedilmez kaleleri, muh­teşem sarayları, aşılmaz kent duvarlarıyla Mihracelerin hüküm sürdüğü irili ufaklı feodal beylikler halinde bu güne kadar gel­mişler.

Savaşçı Racputların başına buyruk, inatçı karakteri, yüzyıllar­dır bitip tükenmeyen iç çatışmalara yol açmış. Güçlerinin büyük kısmını birbirleriyle didişmeye ayırdıkları için uzun süre Mughalların egemenliği altında yaşamışlar ama her dönemde merkezi iktidara kafa tutmayı ihmal etmemişler. Mughalların başını en çok ağrıtan topluluk Racputlar olmuş. Özgürlüğüne düşkün, cesur, gururlu insanlar olarak biliniyorlar. Jauhar gelenekleri ise antik Ege dev­letlerini andırıyor.

Savaşta yenilgi kaçınılmaz olunca erkekler safran rengi da­matlıklarını giyerek umutsuz bir hücuma kalkar, kadınlar yak­tıkları büyük bir ateşe kendilerini atarlarmış. Böyle anlatılıyor, kitaplar jauhar geleneğini böyle yazıyor. Ama bir vakitler Jaipur’daki Hava Mahal’de yaşayan mihracenin ve karılarının ja­uhar geleneğine bağlılık dereceleri konusunda doyurucu yanıtlar bulunmadığını da belirtmek gerek.

Mughalların zayıflama döneminde bağımsızlıklarını kazanmak için son kez ayaklanan Racputlar, İngiliz egemenliğine kadar sa­vaşmayı sürdürmüşler. İngilizlerle yapılan anlaşma sırasında bü­tün Racastan şehirleri belki de ilk kez bir araya gelmiş ve ortak politika izlemişler. Anlaşmada her kentin bağımsız eyaletler ola­rak var olması kabul edilmiş, Mihracelerin ekonomik çıkarları korunmuş, hükümranlık hakları tanınmış. Ne var ki bu anlaşma Mihracelerin sonunu hazırlamış. Geçen yüzyıldaki dillere destan yaşantıları, masalları aratmayan lüks ve savurganlıkları, Racastan’da ciddi ekonomik ve sosyal sorunlara yol açmış. Hindistan bağımsızlığını kazandığında ülkenin en geri, en eğitimsiz ve en yoksul bölgesi Racastan’mış.

Mihraceler bağımsızlıktan sonra da İngilizlerle yaptıkları anlaşmanın aynen sürmesi için Hindistan Kongre Partisi’ni zorla­mışlar. Unvanlarını, servetlerini ve iktidarlarını sürdürmek iste­mişler. Başlangıçta istedikleri olmuş. Bu ayrıcalıklar ancak 1970’lerin sonunda, İndra Gandi döneminde tümüyle ellerinden alınmış. Topraklarına, gelirlerine el konmuş. Sembolik birer unvanla ye­tinmek zorunda kalmışlar.

Onca saltanatla kıyaslanınca neredeyse yoksul bir yaşama mahkûm olan Mihracelerin bir kısmı saraylarını lüks otele çevir­miş, bir kısmı kalelerini müze olarak işletmeye açmış. Çeşitli yollarla gelirlerini ve sosyal konumlarını korumaya çalışmışlar. Hindistan‘da onca yoksulluk varken bir de Mihraceleri düşünme­yelim, aç değiller açıkta değiller, Hindistan nüfusunun en varlık­lı insanları arasında hâlâ Mihraceler önde geliyor.

PEMBE ŞEHİR

Atası Man Sing’in yüz yıl önce yaptırdığı muhteşem Amber Kalesi’nde saltanat süren Jai Sing, yıldızlara, gezegenlere, gökyü­zünde olup bitenlere de meraklı bir mihraceymiş. Yarım asır sü­ren saltanatının yirmi beşinci yılında kendi adına bir kent kur­maya karar vermiş. Uzun planlamaların, astronomi ilminin yar­dımıyla yapılan çalışmaların ardından, 1727 yılında Amber Kalesinin yakınında Jaipur Kenti’nin inşası başlamış. Şehir surlarındaki on bir kapıdan giren yollar birbirini dik kesecek ve aralarında dörtgen bloklar bırakacak şekilde tasarlanmış. Jai Sing kentin orta yerine sarayını kondurmuş, hemen yanına ise astronomi çalışmalarını yürüteceği, tuhaf görünümlü modern heykelleri andıran aletlerin bulunduğu rasathaneyi, Jantar Mantar’ı yerleştirmiş.

Bugünkü Jaipur, olduğu gibi ayakta duran yapıları, zengin çarşıları, kalabalık ve toz duman içindeki caddeleriyle Racastan’ın en güzel kentlerinden biri. Hava Mahal ise kentin alametifarikası.

Racastan’daki bazı kentler gibi Jaipur da rengiyle anılıyor. Mihrace Ram Sing, şehri ziyarete gelen Galler Prensi Edward’ı karşılamak için bütün binaları konukseverliğin simgesi olan pembeye boyatınca adı “pembe şehir” kalmış. Boyama işleri düzenli olarak hâlâ devam ediyor.

Şehrin sokakları her zaman kalabalık. Özellikle civar kasabalardan, köylerden günübirlik gelen Racastanlı erkekler parlak tür­banları, afili bıyıklarıyla salınarak yürüyorlar. Kadınların alımlı kostümleri, muhteşem takıları göz alıcı. İlk bakışta görünen bu. Aslında hem renkler hem takılar hem de bu cümbüş içinde yabancıların gözünde albenili bir doğu manzarası yaratan insanlar, ciddi bir geçim derdindeler. Sadece geçim değil, çoğu zaman var olma gayreti onlarınki. Orta ve üst sınıflardan Hindistanlılar çoktan geleneksel giysilerini terk etmişler, batılıların sıradan kostümlerini giyinmeyi tercih ediyorlar. Dört çekerlerle, özel şoförlerle gezenlerin sayısı az değil. Az önce devesinin yularından çekerek yanımızdan geçen köylü kadın pazara dört çuval susam indirmişti. Sarisinin rengi gözümüzü aldı. Hemen arkasında şehir trafiğine girmiş sebze yüklü deve arabaları, kav­şakta yığılmış her türden motorlu araç, bisiklet ve yaya kalabalığı ara­sında yolunu bulmaya çalışıyordu.

Bü­tün bu kalabalığın, karmaşanın arasında sundurmalı kaldırımlarda serin rüzgârlar esiyor. İster yağmur olsun ister yakıcı güneş, alışveriş püfür püfür sürüyor. Taze meyve suyu sıkan, tropik meyve kokteylleri hazırlayan büfelerin birinden diğerine sıçrayarak ilerliyoruz. Hasır yaygılar, sepetler, masa takımları satan dükkânların yanında el işi defterleri kilo ile pazarlayan kırtasiyeciler var. Amerikan sosisçileri ve köfteciler kalabalık. Öbür tarafta kırık dökük tezgâhlarda samosa börek ve Racas­tan’ın süslü ayakkabıları joti satılıyor. Meşhur Hint işi aynalı kostümler ve eşyalar aslında bir vakitler Jaipur’un en albenili dükkânlarını süslerdi. Alışveriş cenneti Jaipur’du ama son yıllarda ne dikişin ne nakışın kalitesi kaldı. Kutsal figürlerin, tanrı ve tanrıçaların Hint kiçi plastik çeşitlemeleri ise çarşının her köşesinde mevcut.

HAVA MAHAL

Atalarının güneşten geldiğine inanan Racastan Mihracelerinin günümüzdeki varisi, top­raklarının geliriyle Jaipur’daki sarayında ya­şıyor. Arada bir Toyota cipiyle ortalıkta dolaşıyor, ayrıca müze iş­letmeciliği yapıyor. Sarayının bir bölümü atalarından kalan eşya­larla düzenlenmiş ve para karşılığı ziyaretçilere açılmış. “Giril­mez” yazılı kapıların ardında mihracenin özel yaşamı başlıyor.

Eski Jaipur’un surları arasında kalan tüm yapılar gibi saray da kızıla çalan pembe renkte. Mavi kent Jodhpur, sarı kent Jaisalmer’in yanı sıra pembe kent Jaipur’da Racastan’ın renkli kimliğinin şehirlerdeki dışavurumu.

Hava Mahal’in girişi, ana caddeye bakan o gösterişli cephesinden değil kuşkusuz. Olamaz da zaten. Haremin bu sefalı uzantısı şehrin tam göbeğindeki ana caddeye nasıl açılabilir. Arkadan giriliyor. Eskiden de öyleymiş, şimdi de öyle.

Bu zarif, tuhaf, yapıyı önce bir karşıdan görelim sonra dolanır içeri gireriz diyerek, caddenin öte tarafına geçtim. Kaldırım boyunca Racastan desenli giysiler, kuklalar, dokumalar, yastıklar, şallar, kuşaklar satan dükkânlar dizilmiş. Dükkânların arasına saklanmış kapılardan girenler, taş basamaklı geçitlerin arkasında ne var diye merak edenler kâh bir tapınağa, kâh tekstil işlikleriyle dolu eski bir hana ya da kervansaraya çıkıyor. O geçitlerden biri, tam Hava Mahal’in karşına düşen dar kapı bir avluya çıkardı beni. Girişin hemen sağında, benim bile zor sığabildiğim daracık merdivenlerden üst kata çıktım. Küçücük bir terasta iki kuyumcu dükkânı ile bir kıymetli taş mağazası vardı. Aralarından geçer geçmez Hava Mahal bütün güzelliğiyle karşıma çıktı.   Bu yapıyı tarif etmek biraz zor. Zarif ve kaba, ilginç ve sıradan, sıkıcı ve eğlenceli, karmaşık ve sade diyebileceğim tuhaf bir mimari vesselam. Bildik tanımlara pek uymuyor. Çok katlı ama apartman değil, konut ama odası yok, balkon ya da sundurma desen hiç benzemiyor. Belki işlev itibariyle o maksatla yapılmış, yani adıyla uyumlu olarak hava almaya, manzara seyretmeye yarayan bir cephe. Daha doğrusu sadece cepheden ibaret bir yapı. Ne düşünülmüş nasıl tasarlanmışsa ortaya böyle bir bina çıkmış. Karşıdan bakınca, aşağıdan yukarıya doğru her kat daralarak yükseliyor. Her katın yan yana dizilmiş bombeli, kemerli ve nakışlı pencereleri, dümdüz bir duvar yerine hacimli bir yapı havası yaratıyor. Ama değil. Hava Mahal, üç boyutluymuş gibi göründüğü halde, cephenin arkasında odalar, koridorlar, salonlar bulunan bir yapı varmış gibi durmasına rağmen değil, sadece cepheden ibaret.

Mihrace Sawaj Pratap Sing tarafından harem mensupları için 1799’da yaptırılan Hava Mahal, eski kentin ana caddesine bakan beş katlı, cumbalı, oya gibi işli, kırmızı-pembe bir yapı. Her kattaki kafesli pencerelere açılan küçük balkonlar yapının arka yüzünde. Harem kadınları, sıcak günlerde Hava Mahal’in esintili balkonlarına çıkıp gönül ferahlatırmış. Balkonları kapatan oyma taştan bal peteği kesimli kafeslerden kenti seyreden kadınlar dışarıdan hiç fark edilmez, ama kent, harem men­suplarının ayakları altında göz alabildiğine uzanırmış.

Giriş için küçük bir ücret ödendikten son­ra, maymunların koşturduğu avluya geçtim. Yapının ön yüzündeki özen iç tarafta yoktu. İki köşedeki daracık kapılardan üst katlara çıkılıyordu. Çıkış için merdiven basamakları yerine neden hafif bir meyille döne döne yükselen rampa yaptıklarını düşünürken az önce arkamdan gelen sarili kadınlar önüme geçti. Giriş basamaklarında ayaklarını kaldırmakta zorlandıkları halde, rampada gayet çevik adımlarla yukarı doğru çıkmaya başladılar. Merdivenler sarili kadınlar için uygun değildi.

Jaipur’u görmeye gelenler, kemikleri kurutan sıcaktan bunalan şehirliler, kaçamak yapanlar, genç âşıklar Hindistan‘ın simgelerinden biri olan Hava Mahal’i ziyaret ediyor, küçük pencerelerden şehri seyrederken serinliyorlar Her cumbadan, her pencerede ayrı bir manzara. Caddeler, sokaklar, çarşılar, eski surlar, uzaktaki dağ­lar, dağlardaki kaleler…

 

Özcan Yurdalan

Gazella Turizm Hindistan

Gazella Turizm Hindistan Turları

Close