Close
Londra

Londra

Yorucu iş ve seyahat temposunu yine bir seyahatle yumuşatacağım. Her ne kadar işim seyahat etmek olsa da bazı şehirlere iş dışında yolculuk etmek, beni dinlendiriyor. Londra bunlardan biri.

Heathrow’dan şehir merkezine giderken, Büyük Britanya’yı düşünüyorum. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk topraklarında, bir dönem filmi kurgulayarak seyahat etmek hiç de fena olmazdı. 15. ve 20.asır arasındaki koloniler, Afrika’ya uzanan ticaret yollarındaki hırslı mücadele, aristokrasi ve saray gelenekleriyle yoğrulmuş öyküler, Tudorlar ve hanedan kadınları, günümüze uzanan öykü ve söylencelerle dolu düşünce balonumla Londra’ya devam eden yol ayrımındayım. Devam etseydim İskoçya ve Galler’e gidip 11. asır cesur yürek hülyalarıyla yol alabilirdim. Ama şimdi Londra’da kaybolma vakti. O yüzyıllardan günümüze uzayan öyküleri de okuduğunuz romanlara, tarih kitaplarına ve hayal gücünüze bırakıyorum.

Otelim Oxford Caddesi’nde ve kaldığım oda Hyde Park manzaralı. İlk iş Oxford Caddesi’nde yürüyüşe çıkıyorum. Avrupa’nın en çok turist ağırlayan iki başkentinden birinde, dünyanın her köşesinden gelenlerle hızlı bir yürüyüş yarışı içindeyiz. Evet herşey çok hızlı. Regent Street mağazaları, Bond Street vitrinleri, Underground’dan çıkan kalabalıklar, mağazalardan yükselen müzik ve sokak tezgahlarından yükselen kokular. Dört gün sürecek seyahatimin ilk gününü, bu çok renkli cadde ve civarında kalabalıklar arasında yürüyerek geçirmek istiyorum. Londra’da yürüyerek keşifler yapmak her zaman sizi karlı çıkaracaktır. Zira, en keyifli detaylarla, yürürken karşılaşmanız mümkün.

Alışveriş için Oxford Street Marble Arch’a kadar sonsuz alternative sunuyor. Ayrıca Knightsbridge’de daha şık mağazalar ve meşhur Harrods gezilebilir. Yürüyüşümü tamamlayıp huzurlu bir 5 çayını hakediyorum. Evet 5 çayı bir saray ritüeli. 5 Çayı geleneğinin doğuşu İngiltere’de Kraliçe Victoria zamanına rastlar. Bu dönemde İngiltere’de kahvaltı ve akşam yemeği olmak üzere iki öğün yemek yenirmiş. Ancak akşam yemeğinin önem kazanması ve gittikçe daha geç saatlerde yenmesi sebebiyle ikindi vaktinde İngilizler çok acıkmaya başlamış. Rivayete göre 7. Bedford düşesi Anna öğleden sonraları iyice bitkin düşüyor, hatta kimi zaman bayılıyormuş.  Bu sebeple saat 17:00 civarında odasına bir bardak çay ve tatlı bir şeyler söylüyormuş. Bu atıştırma faslından gittikçe daha fazla zevk alan düşes, arkadaşlarını da odasına çağırmaya başlamış. Kral Edward’ın da hoşuna giden bu etkinlik, küçük çay partileri düzenlemesiyle tüm ülkeye ve hatta düm dünyaya yayılmış. Lezzetli bir Earl Grey’den sonra otelime dönüyorum. Çay alışverişimi, son gün Twinings mağazasına bırakıyorum. Akşam için London Theatre Covent Garden Sahnesi’nde bir oyuna biletim var. Londra, opera, müzikal ve tiyatrolar için sonsuz seçenek ve keyif sunuyor. Yaz aylarında Thames kıyısında açık havada yıldızların altında Shakespear’s Globe’da Romeo ve Juliet ve daha pek çok sahnelenen eser seyredilebilir.

Ertesi sabah, şahane bir kahvaltı hayalim var. Londra’da birden çok bulunan The Breakfast Club Café kahvaltı için iyi sayılabilir. Soho adresindeki yerlerine gidiyorum. Anadolu kahvaltıları gibi değil tabii, tatlı kuru fasülye, sosis, sote mantar, pastırma, çırpılmış yumurta, ızgara domates, rendelenip kızartılmış patates ve kızarmış ekmek tabağım fena durmuyor.

Londra’da çok geniş restoran alternatifiniz var. Hazır bahsetmişken, günlük programlarınızda değerlendirebileceğiniz adreslerden bahsetmekte fayda var. Güne başlarken Picadilly Wolseley’de krallara layık bir kahvaltıyla da başlanabilirsiniz. Bayley sokağındaki Gail’s Kitchen fırın atıştırmalıklarıyla devam edip Patisserie Valerie’nin şehirdeki pekçok adresinden birindeki şahane pasta ve tatlılarıyla 5 çayı yapabilirsiniz.

Öğle veya akşam saatlerinde keyifli bir İngiliz Pub’unda bira veya çeşitli menülerin tadına bakılabilir. Covent Garden’daki Porterhouse veya Holborn Princess Louise hoş atmosferiyle gayet çekici. Veya en eski şarap evi Gordon’s, Embarkment metro çıkışında sizi bekliyor.

Londra’da meşhur fish&chips öğünü için, London Bridge yakınındaki balık pazarı restoranları gayet başarılı. Tüm bunların yanısıra Asya mutfağı yaygın; Busaba Eathai bunlar arasında tercih edilebilir. Tabii Chinetown sokağı restoranları, genel atmosferi bakımından mutlaka denenmeli. Yoğun bir gün için de pratik atıştırmalıklar sunan Pret a Manger, Eat veya Marks&Spencer food veya Nando’s lezzetleri önerilebilir.

Italyan mutfağı, Cicchetti ‘de gayet başarılı. Strada veya meşhur Jamie’s de öne çıkanlardan. Kusursuz bir sunum ve şehir ünlülerinin bir arada bulunduğu Scallini ise seçkin bir tercih olabilir.

Türk Restoranı görmeden dönmem diyenlerdenseniz, 19 Numara Bos Cirrik, ocakbaşı tadları için şahane. Antepliler de akşam yemeği için önerilebilir.

Tüm bunların dışında, Novikov, Zuma ve Roka Restoranlar da son derec şık bir sunum yapıyor.

Mevsim bahar, aylardan Mayıs ve hava şahane. Kahvaltı sonrası bütün günümü müzeler günü ilan ediyorum.

Londra’da yürüyerek ve metro (tube veya underground) kullanılarak gayet rahat gezilebilir. Şehir ve metro haritası yeterli ve gayet açıklayıcı olacaktır. Metro şehrin değişik bölgelerini zone adıyla ayırırken, 1.zone bileti pek çok belirgin bölgeyi gezmek için yeterli olacaktır. Veya uygun toplu ulaşım kartı da işinizi kolaylaştırır. Kırmızı Londra otobüsleri ve sevimli taksiler de yoğun trafik saatleri dışında kullanılabilir.

Müzeler günümüz British Museum ile başlıyor. Londra merkezinde Holborn bölgesinde yer alan Tottenham court road metro istasyonundan yürüyerek 10 dakikada ulaşılabilir. Giriş ücretsiz.

1753’te açılan ve gayet değerli bir de kütüphaneye sahip müze, yaklaşık 5.5 dönümlük arazi üzerine kurulmuş ve içinde 4 milyondan fazla tarihi eser barındırır. Uygarlık tarihinin her dönemini, bütün gün süren bir gezintiyle önünüze serecek olan müzede, Anadolu eserleri salonunda pekçok çini eserle beraber Bodrum Mozolesi kalıntıları ve dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın sergilendiği alanı görebilirsiniz. İnşa edildiği topraklardan getirilip sergilenen tapınağın inşa edildiği Efes’te olması gerektiği yerde bir çukur ve bir sütun yer alır şimdi, adı ingiliz çukuru’dur.

Ayrıca müzedeki binlerce değerli parçadan en ünlü olanlarından biri de Mısır hiyerogliflerinin çözülmesini sağlamış trilinguel yazıt, Rosetta Taşı’dır.

Daha önce defalarca gezdiğim müzeyi, kokusunu alıp çabucak gezip çıkıyorum. Yoksa, detaylı bir gezi saatlerce sürecektir.

Londra’da ziyaret edilmesi gereken müzelerden diğer ikisi de National Galeri ve Tate Modern’dir. National Galeri, Trafalgar Square de yer alan dünyanın önemli sanat eserlerinin ,tabloların , önemli yapıtların yer aldığı, sergilerin yapıldığı çok büyük bir alana sahip olan sanat galerisidir. Giriş ücretsizdir. Tate Modern de ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müzedir. National Galeri aynı zamanda Trafalgar Meydanı’nı görmenizi sağlayacaktır. Vaktiniz varsa ve keyif alıyorsanız, Science Museum, Natural History Museum ve Victoria&Albert Museum ‘u unutmayınız. Trafalgar Meydanı’na Charing Cross metro istasyonundan ulaşabilirsiniz. Londra gece otobüslerinin merkezi noktasıdır. Bütün gece otobüsleri buradan geçmektedir. Nelson sütunu ve aslan anıtları ve havuzların bulunduğu bir meydandır. Leicester, Big Ben ve Buckingham Sarayı’na 10 dakika yürüyüş mesafesiyle, gayet merkezi bir konumdadır. Ayrıca meydandan yürüyerek Thames Nehri’nin karşı kıyısına geçip London Eye ve Tate Modern’e ulaşabilirsiniz.

Müzeler sonrası, önceden rezervasyonunuzu yapmanızı önerdiğim London Eye dönmedolabı turu yapılabilir. Rezervasyon yapılmazsa, uzun kuyruklar beklenebilir. 135 metre yükseklikten, keyifli bir Thames Nehri, Parlamento ve Londra manzarası sunuyor. Günün yorgunluğu Piccadilly’deki Kahve Dünyası’nda bir Türk kahvesiyle veya Covent Garden’daki La Duree’nin muhteşem makaronlarıyla atılabilir. Sonraki gün Westminster Parlamento ve Big Ben saat kulesi ile başlayabilir. Kraliyet düğünlerinin yapıldığı Westminster Manastırı ve kilisesi de mimarisiyle ve yakın tarih kraliyet öyküleriyle ilgi çekici olabilir. Bakanlıklar caddesi, Downing Street 10 numaradaki başbakanlık konutu ve kraliyetin mühim duyurularının yapıldığı balkon ve kraliyet atlarının bulunduğu Horse Guards Parade, her an tanıdık bir yüzle karşılaşma ihtimaliyle yürünebilir. St.James Park (green park) ve kraliyet ikametgahı Buckingham Sarayı tam da bu yürüyüşün sonunda karşınıza çıkacak.

Şehrin pek çok noktasında yeşil kemer adıyla anılan parklar var. En büyüğü Hyde Park. Uçsuz bucaksız park içinde Marble Arch köşesindeki speakers corner, pazar sabahları, halktan konuşmacılara açık. Yine park içinde Serpentine Kitchen göl manzarasıyla etkileyici. Midilli atları padok yolu, kuğu ve sincaplar, çocuklar için oyun alanları ve herkese açık dinlenme ve spor alanlarıyla, şehrin merkezinde ayrı bir dünya.

Öğleden sonra London Bridge ve St Paul Katedrali’nin de bulunduğu finans ve bankacılığın merkezi city görülebilir. London Bridge, 1894’te açılır ve mimarisi, nehir ticareti ve ulaşımı için tasarlanmış. Hakkındaki gizemli öyküler dinlemeye değer. Londra’nın yaşadığı büyük yangının sembol anıtıyla beraber dünyanın sayılı büyüklükteki kiliselerinden St Paul Katedrali’ne varılır. Prenses Diana’nın düğün ve cenaze merasimlerinin gerçekleştiği ve Londra yangınının sembolü kilise gezmeye değer. Kilise önündeki Anne Boleyn heykeli de Tudorlar tarihini düşündüren detaylardan.

Pazar sabahı, şehirde kurulan pazar yerleri gezilebilir. Portobello Road Market, Covent Garden Market ve Camden Passage, antika, mücevher, vintage ve çiçek pazarları olarak gayet hoş bir gün yaşatacaktır.

Daha çok vaktiniz varsa eğer, yakın mesafedeki şehirlere trenle gidilebilir. Kraliyet’in Windsor sarayının bulunduğu sevimli kasaba Windsor ve Oxford şehri aynı gün gezilebilir. Edinburgh 1 gece geçirmek üzere gidilip dönülebilecek mesafede. Ayrıca Galler’e de geçmek, yeterli vaktiniz varsa değer. Trenle gidilebilecek bir başka nokta da kanallar şehri Birmingham.

Günseli Çınar

Gazella Turizm Turları için tıklayınız.

Close