Tanrı gerçekten bu coğrafyadaki canlıların hepsine ayrı bir güzel yaratmış. Kadını ayrı, erkeği ayrı hatta köpekleri bile – şu meşhur dalmaçyalılar – çok ayrı güzel…
Zagreb aktarmalı olarak ulaşımımızı sağlıyoruz, klasik aktarmalı uçuş yorgunluğu var haliyle. Bölge turizm açısından beklenenin çok üstünde kalkındı. İstanbul’dan da direkt uçuş alternatifleri mevcut.
Avrupa’nın genelindeki gibi eski şehir merkezi köhne sokaklardan oluşmuyor. Şehir başından beri çok ferah ve nizami kurulmuş. Tabii ki eski şehir merkezinin dışında daha modern bir hayat var ama ihtiyaç duymayacağınızın garantisini verebilirim.
Şehrin giriş kapısının üzerinde Dubrovnik azizi Sebasteli Vlas heykeli bulunmaktadır. Aziz Vlas Şehr girenleri kutsamakta. Çıkanları uğurlamaktadır yüzyıllardır. Bir rivayete göre aziz Vlas, 280 ve 316 yılları arasında Sivas’ta yaşamış, on dört şefaatçi Ermeni azizeden biridir. Sebasteli ismini de buradan aldığı aşikar. Nedendir bilinmez Selçuklular’dan sonra mezar türbeye dönüştürülmüş ve hala boğazlar azizi olarak ziyaretçi kabul etmektedir.
Yugoslavya’dan 1991 yılında ayrılan Hırvatistan’ın adriyatik denize bakan yüzü olan Dubrovnik’in, bu dönemde Sırp saldırılarından dolayı çok sayıda tarihi eseri zarara uğramıştır. I. Murat döneminde şehrin bağlı olduğu Ragusa Cumhuriyeti Osmanlı himayesine alınmış ve şehir vergiye bağlanmıştır. Napoleon Bonaparte döneminde şehir Fransa’ya bağlanmış ve 1815 yılında Viyana Kongresi ile 443 yıllık Osmanlı egemenliği sona ermiştir.
İlk olarak çok ilgimi çeken dünyanın ilk eczanesine ev sahipliği yapan Francis Manastırı’na gitmek istiyorum. Muazzam korunmuş çok güzel bir yapı. Her yerde Sırp saldırılarının izlerini gördüğümüz gibi burada da görüyoruz. Ama özellikle son yıllardaki turizm hacminin genişlemesinden dolayı kalkınan şehir biraz daha toparlanmış gibi. Restorasyonlar yapılmış ve geleneksel yapıyı bozmadan en doğru şekilde ziyaretçilerin beğenilerine sunuluyor.
Gazella Turizm Hırvatistan hakkında geniş bilgi ve turlar için buraya tıklayınız.
Sahile doğru yürüdüğünüzde, şehrin diğer giriş kapılarını görkemli surlarını ve kulelerini görme imkanı bulabiliyorsunuz. Büyüklü küçüklü birçok dükkanda küçük sanat atölyeleri var; heykeltraşlar, takı tasarımcıları, el işi atölyeleri… En son aman başıma bir şey gelirse kalırım burada diye içimi rahatlatarak son kuruşuma kadar harcadığımı hatırlıyorum.
Denizle iç içe bir coğrafya olduğundan mutfağında deniz mahsulleri çokça kullanılmakta. Güveçte midye, kalamar, ıstakoz ve çok çeşitli balıklarının yanı sıra meze kültürü de var. Bu da Helenistik kültürle iç içe bir tarihlerinin olmasından kaynaklanıyor. Mutlaka bir gününüzü açıklardaki adaları gezebileceğiniz bir tekne turunda değerlendirin derim. Özenle korunmuş ve doğasına hayran kalacağınız küçük cennetcikler gibiler ve her biri yoğun iş hayatından bunaldığımızda bir kulübe inşa edip yaşamayı hayal ettiğimiz ıssız adalar gibi sakin.
Eski kent merkezinin dışında şimdileri otel olarak kullanılan Libertas’ı görmeden olmaz. Burası önceleri hapishane olarak kullanılmış. Sonra restorasyonlar ile bölgenin en güzel oteline dönüştürülmüştür. Sokaklarda Paris’i andıran bir sanat rüzgarı esiyor… Pandomim sanatçıları, küçük köpekleri bahşiş kutularının başında nöbet tutarken akordeon çalan çocuklar, heykel atölyeleri, takılar ve daha niceleri. Ama bence en büyük sanat eserleri sayısız çeşidi olan likörleri…
Dubrovnik, son zamanlarda jet sosyetenin gözdesi olan Kotor’a da günübirlik ulaşılabilecek bir konumda. Kopabilirseniz bir günlük bu şehirden uzaklaşıp Kotor’u da görebilirsiniz.
Bir bavul ile çıktığımız seyahatimizden elle tutulur hiçbir şey almadan 2 bavul ile dönüyoruz her zamanki gibi.
Keyifli seyahatler.
Onur Ovacık